yumurtanın beyazının satıldığını hiç duymadım..ama amaç sarıları ziyan etmemekse eğer, ben kalan yumurta sarılarını milföyden yaptığım böreklerin içine ve üstüne sürüyorum.ama tabi ek olarak milföyden börek yapmış oluyorum=)

benim arkadaş da aramıştı 1-2 yıl önce, o da bulamamıştı. bildiğim kadarıyla bu iş genel olarak toptancılık üzerinden yürüyor. pastanelerin, fırınların bu tarz yumurta beyazı aldığını okumuştum bir yerde. eğer buradan iyi bir cevap çıkmazsa çevrendeki pastanelere sorabilirsin.

www.lick.com.tr

Lick var.

www.lick.com.tr

hammaddeler.com
toz da var.

Peki nasıl sipariş verebilirim,o sitedekiler toptan getiriyordur yumurta akını.Kolayca bulunabilcek bir yer yok mu bildiğiniz dostlar?

Toz olanı Tandem Gıda'dan da alabilirsin. Fındıklı'da yerleri.

muhtemelen facebook, artık heryere chat koydular.
artık msn kasıyor :)

az önce aynısını düşündüm eskiden 50-60 kişi olurdu demin bir baktım 2 kişi vardı. sonra kendi kendime düşündüm ve yaklaşık 2 ayda bir msn'e baktığımı fark ettim :D

msn iyiydi lan, yemişim facebooku. gerçi msn ilk çıktığında da aynısını icq için demiştim.

hayat çok acımasız.

ben ısrarla kullanıyorum hala. bi ara ambargo koymuştuk kendi çevremizde skaypa geçmiştik ama şimdi geri dönüş yaptım iki aydır filan kullanıyorum. feysbuk götünü yesin emesenin.

msn'in çükünü yesin facebook yıllardır olduğu gibi hala kullanıyorum. hatta facebook bile kullanmıyorum zikmişim facebook denen illeti.

facebook açmak zorunda kaldım geçen ay, artık kimse msn'e girmiyor diye..

kötü bi durum ya. adama selam verdiğimde facebook'a bak ne paylaştım diyor. msn kasıyor artık çünkü istediğini herkesle, her zaman ve herkesin sana geridönüşte<feedback> bulunabileceği bir ortam var. iletiler bunun için kısıtlı, ya da ahmet mehmet ve ardından rıdvan ile aynı konuşmaları yapmak sıkıcı.

şimdi videochat de geliyor. artık msn'e gel cam aç diyenler olmayacak.

karaciğer için enginar derler.

Bol bol su içmeyi de unutma tabii

keçi boynuzunu kaynatıp içince akciğerleri temizliyormuş.

21 boyunca kaynatıp içeceksin. ibrahim saraçoğlu diye bir adam var televizyona çıkıyor. ondan duymuştum. zaten bu yeni bir şey değil. halk tıbbında da yıllardır var bu yöntem. nasıl yapılacağını "keçiboynuzu kürü" diye aratıp bulabilirsin. ben tam hatırlamıyorum nasıl yapıldığını.

ayrıca kefir karaciğere de akciğere de her türlü hastalığa da tavsiye ediliyor. mayalıdır karaciğeri yorar falan derler ama büyük doktorlardan duydum karaciğere iyi geldiğini. ayrıca bağırsağındaki probiyotik dengesini güçlendirip toksik maddeleri vücudun daha çabuk ve etkili atmasını da sağlıyor-imiş.

günde 1-2 litre içmek lazım onu da.

mümkün olduğunca doğal ve taze meyve-sebze yemek ve bol bol su içmek de faydalıdır emin olabilirsin.

yanlış hatırlamıyorsam maydonoz yediğinde de toksinleri vücudundan atıyordun. Ama öncesinde biraz araştır faklı etkileri de olabilir.

enginar, keçi boynuzu ve maydonoz. harikasınız. birazcık bakayım bu bitkilere, nasıl kullanımı.

yoğurt da faydalıdır. ne zaman çok sigara içmiş olsam, yoğurt yedikten sonra ciğerlerimin açıldığını hissediyorum.

bizimkiler " hızlandırılmış ".

hem bizdeki trenlerde 45 dakika gidecek kapasite yok, hem de tren yollarımızda o hızı kaldırabilecek ray sistemlerimiz yok.

yine de otibisle gitmekten daha hızlı ve daha rahat. hele eskişehir - izmir arası 1231029312 saat sürerken normal trenle hemen hemen aynı mesafeyi istanbul'a giderken 4 saatte alabiliyor olmamız çok güzel.

Hızlı trenle yapılmış en yüksek hız 574 km/s, TGV'ye ait. Fakat bu trenin neler yapabileceğini denemek amacıyla test sürüşü esnasında gerçekleşmiş bir hız. Yolcu taşırken bu hızda gitmiyor tren.

Yolcu taşırken en yüksek hız 431 km/s, Şangay maglevine ait. Bu da stabil bir hız değil, yolculuk esnasında bir süreliğine ulaşıyor bu hıza, sonra yavaşlıyor tekrar.

Stabil bir biçimde yolculuk esnasında ulaşılan en yüksek hız 350 km/s, Çin'deki bir yığın hatta mevcut.

Böyle yani, Türkiye'deki hızlı tren 250 km/s ile gidiyor. Sürekli yavaşlayıp hızlanıyor. Mükemmel değil tabi ama iyi yine.

şimdi yeni ray sistemleri döşeniyor 2013 te bitecek, hst terminalleri de yapılıyor.

portekzdekler misal ortalama 200-220 ile gidiyor.

Bir de önemli olan kısım hızlı tren raylarını yaparken gelecekte yeni ve daha hızlı tren setlerine de uyumlu olacak şekilde yapmak. Türkiye'de buna dikkat ediliyor mu bilmiyorum. Umarım 250 km/s'ten daha fazla hız yapılamayacak şekilde yapmıyorlardır rayları. Biraz kafaları çalışıyorsa yapmazlar zaten.

raylar da önemli. bu trenler diğer trenlerin de gittiği raylarda (yük treni gibi) daha yavaş gidiyorlar. normal hızlarda gidiyorlar yani, paris reims arası raylar da bu şekildedir büyük ihtimalle.

kendi rayları olduğu zaman oldukça hızlı gidiyorlar. ice trenleri 200-220 civarında gidiyor, tgv biraz daha bile hızlı gidiyor olabilir çünkü tgv'de yer yer kulaklarım tıkanıyor.

meraklı olmak iyidir mesela.

holy trinity: kitap, müzik, sinema.
gezebilirsin de.

ekşi duyuru + ekşi sözlük + stumbleupon + kitap okumak + müzik dinlemek + dizi - film izlemek + gezmek falan filan...

meraklı olmaya +1. el altında wikipedia var, internet var, aklına takılan bir şeyi aç, araştır.

kitap okumak da oldukça önemli.

aklı başında entel adamlarla oturup içki içmek ,muhabbet etmek.

aklı başında olmayada bilir tabiğğğ

edebiyat ve edebiyat dışı kitap, dergi ve hatta ansiklopedi okuyarak
belgesel, sinema filmleri ve haber programlarını izleyerek.
müze, sergi, tarihi yerler, ören yerleri, turistik bölgeleri gezerek

geyik ortamlardan, futbol, karı-kız muhabbetlerinden uzak kalarak.

sözlükte, gerçekten bilgi içeren, grup, kişi, film, yer vb. başlıkları okumak..

ilgi alanına giren konunun bir ucundan araştırmaya başlayarak. zincirleme geliri bence.

Ezberden konuşanları dinlemeyerek başlanabilir.

Sinema da sinema diye tutturmuşlar. Açık olayım: Bok var sinemada. Film izlemeden de entelektüel olunur sen rahat ol.

Bunun haricinde "entelektüellik" bir sıfat değil, durum. İçindeki bilme ve öğrenme aşkını doyurmak için hareket ettiğinde -ki yolunu da sen belirlersin- insanlar sana öyle demeye başlayacaklardır. Entelektüel desinler diye çalışırsan hiçbir şey elde edemezsin.

Neyle ilgiliysen ona yoğunlaş. Sanattan anlamıyorsan sanat dalları hakkında bilgi edinmeye çalışma, bırak kalsın, -misal- tarihe yönel. Tabii eğer ilgini çeken şey tarih ise...

Dediğim gibi, içinde bilmek, öğrenmek arzusu var ise onu doyurmaya çalış sadece. Gerisi kendinden gelecektir.

Kendimden örnek vereyim, tarih, teoloji, mitoloji, resim, felsefe, edebiyat, psikoloji, mimari, astroloji, heykel, müzik, antropoloji, sosyoloji, astronomi, okült ve siyaset başta olmak üzere birçok konuda akademik yayınları okuyarak; sergi, müze, ören yeri gezerek; tecrübeli ve alanında yetenekli insanlarla konuşarak, bazı şeyleri bizzat deneyerek ve düzgün kaynak taraması yaparak bilgi edinmeye çalışıyorum. Kitap okumanın önemi de gerçekten yadsınamaz.

sinemayı izlerken öğrenemezsin, genel kültürünün var olması gerekir sinemayı izlerken adam orda " ahah bugun sanki 4 temmuz gibi " ya da " kendini lincoln mu sandın " gibi gibi şeyleri söylerken sen bunları anlamazsın ( örnek verdim burda dediklerimi anlamışsındır ), çizgi filmlerde vardı eskiden genel kültür :D ordalardan çok şey öğrendim tabi bu genel kültür amerikan kültürü oluyor

@g man;cevap için teşekkürler fakat başlıktada dediğim gibi herkezin kafasındaki kültür kavramı farklıdır.birine göre futboldan anlamak kıroluk olurken,diğer kişiye göre futboldan anlarsan kültürlüsün.gene kimi ortamda magazinden anlamayı kültürlülük olarak görürken,diğer taraf basitlik olarak görebilir.sinemayıda bu kadar kişi kültürlülük olarak tanımlıyorsa.o öyledir.çünkü kültürlü olmak, göreceli yani yaşadığınız topluma göre değişen birşey.

ben kendi kafamdaki kültür kavramına göre yorum yapıcak olursam.şimdi sinemanın faydalarını anlatmıcam. fakat bana görede sinemadan anlamak genel kültür açısından olmassa olmazlardan biridir.hangi arkadaş çevresi olursa olsun,az yada çok arkadaş arasında konuşulan konulardan biridir.bu genel kültür için iyi değilde adını çoğu kimsenin bilmediği ve ilgisini çekmediği konularmı genel kültür için iyi.tabi belli bir kesim için öyle olabilir.ama seninde dediğin gibi sinema en fazla söylenen bir kültürlülük olarak görülen kavramlardan bir tanesi.

sinema filmi seyretme diyerek abartmasak arkadaşlar.

genel kültür nasıl geliştirilir demiş arkadaş. nasıl karikatür enteli olurum, kulaktan dolma bilgileri yuttururum dememiş.

boş harf joker, her harf yerine geçer. puan vermez ama.

kaç harf kullandıysan o kadar çekeceksin. ıstakanda her zaman 7 taş olacak şekilde.

(bkz: bacardi)

bacardi

(bkz: malibu)

40 tl. içimi güzel, kafaya yapar, zevkten kudurtur. Paylaşmak istemezsiniz.

sheridan's :)

(bkz: caipirinha)

Johnnie Walker Red Label :)

chivas regal 80 tl

bacardi al mojito seti olanlardan al mümkünse varsa, mojito yaparak tüket yapması zor değil istersen anlatırım yapımını

(bkz: jagermeister)

malibu +1

mutlu yıllar...

metaxa tabiki. hiç kuşku duymadan edin, her türlü olduğunu hissedeceksin.

teşekkürler cevaplar için. bacardi'de karar kılsam da yanına birkaç şişe de bira alayım gündüz için dediğimden fiyat avantajıyla malibu'ya gittim. diğer seçenekleri de paralı bir zamanımda doya doya tecrübe edeceğim.

hayvanlar sistematik bir şekilde "şu insanlar zekiye benziyorlar, biraz şunları izleyelim de iki-üç bişeyler öğrenelim" diye düşünebilselerdi zaten bizden zeki olurlardı.

Aklımızla doğayı anlıyoruz, anladıkça hükmedebiliyoruz. Bizden öğrensinler derken kastettiğiniz, "hayvanlar bizden azıcık insanlık öğrensin"se, etkileşimde olanlar bizimle yaşamayı öğreniyorlar zaten ister istemez.

ilk cevap acele geldi, biraz havada kalmış.

yakın zamanda öğrendiğim bir olaydan örnek vereyim:

fıtık, ineklerde oldukça yaygın görülen bir durummuş. ineğin otlarkenki duruşu, mesela ağırlığını belirli bir yana doğru mu veriyor, boynunu ne kadar uzatabiliyor, bu göstergelerden ineğin sağlık durumu gözlemlenebiliyormuş. fıtık ilerlerse inek daha az otlayabiliyor, dolayısıyla sütü azalıyor, kestiğin zaman eti az oluyormuş.

şimdi insanoğlu inekleri gözlemlemese böyle bir şeyden haberi olması mümkün değil. inekler zeka olarak bizden geri varlıklar olsa da, onları gözlemleyerek elde ettiğimiz bulgularla kazandığımız sütü, eti arttırıyoruz. faydası yine bize yani.

Evrende deme bir defa. Çok yüksek ihtimalle evrenin en zeki türü değiliz.

doga milyarlarca yil icinde bir birikime ulasmis.
ayrintilarda goze capran muhtesem cozumler var.

insanlik akliyla bunlari gozluyor, ozumsuyor ve kendi sorunlari icin kullaniyor.

da vinci ornegin cagildayan suyun olusturdugu vorteksi kadinin sac orgusune benzeten bir cizim yapmistir. bu gozlemdir. ondan once de ayni gozlem yapilmisti. onemli olan bu birikimin aktarimi, surekliligi. bu birikimin irdelenmesiyle modellemelere, cikarsamalara varilmis. sonra gozdeki iris bicimini andirir bir formun bu akintiya karsi daha iyi direnc gosterdigi sonucuna varilmis.
bu formu romalilar kopru ayaklarinda sele karsi kullandi.
bugun aerodinamikte de kullaniliyor. kasirgalarin yogun oldugu bolgeye gokdelen dikecekseniz de bu formu kullaniyorsunuz.
ama hepsi, o birikimi gozlemekle basladi. aktarmakla basladi.

zeka tek güçlü ya da en güçlü kavram değil ki. bir de onu kullanabilmemiz gerekiyor zaten. en zeki olmamız sadece bizden öğrenmeyi gerektiren birşey değil. doğadan öğrenerek zaten zekamızı geliştirebiliyoruz. insanda olmayıp doğada olan şeyler de var ve bunlar insanların yararına kullanılabiliyor. öte yandan, doğa da insanın yaptıklarıyla şekillenebiliyor. doğa ile insanı, zeka kavramına göre karşılaştırmak pek anlamlı durmuyor. hayvanların zekası tartışılabilir, zaten öğrenebiliyorlar.

insan doğadan daha akıllı değil, o yüzden daha akıllı olan yapıları inceliyoruz.

bizden öğrensin derken ters bir olgu olduğunu göstermek istedim akılsızken öğrenemezler ve yapamazlar buda akılsız olduklarını göstermezmi en azından bizim zekamızdan oldukça geriler.

aslında iki olgu karşımıza çıkıyor.
1) insanlar akıllı doğa akılsızsa neden hayatımızda olan şeyleri (örneğin bir ağacın şimdi kullanılan sondaj makinelerine ilham olması yada bir örümcek ağının kevlar denen koruma yeleğine ilham olması, insnadaki uyluk kemiğinin inşaattaki kafes sisteme ilham olması vs) doğadaki ağaç böcek hayvandan öğreniyoruz?

2)insan akılca düşük doğa akıllıysa neden aklın gereği olan şuur ağaçta yok neden öğrenme kapasiteleri bizden çok aşağıda yani bunlar aklın gerekleri değilmi yani biz odundan dahamı akılsızız?

evet biz odundan daha akılsızız. daha doğrusu senin odun dediğin hava-su ve güneşi alıp karbohidrat haline getirebiliyo. biz bunu yapamıyoruz daha :) ayrıca senin akıl dediğin ile düzenin aklı denilen hadise bir değil.

Doğada kendiliğinden bir "enerjiyi minimize etme" eğilimi var. Yani bir iş yapılacaksa o genelde en optimum şekilde yapılıyor. Biz de bunları anlayabildiğimiz kadarıyla alıp kendi teknolojimize uyguluyoruz. Mükemmel gelişmişi varken "Amerika'yı tekrar keşfetmeyip" bunları alıp uygulamamız ayrıca aklımızın göstergesi değil mi? :)

Hayvan ve bitkilerde bir çeşit "algı"dan söz edilebilir ama buna bir bilinç denebilir mi bilmiyorum. Belki bu algıyla olan değişimleri kendini tekrar programlayan bir programa benzetebiliriz.

@kediebesi dediğin hiç mantıklı değil. felsefede akıl düşünme kabiliyeti farkındalık vs. kavramları üzerine kurulmuş. örneğin
Rudolf Eisler'in kapsamlı tanımına göre:

„Akıl geniş kapasmıyla kösnüllüğün karşısındaki zekâ olan düşünme gücüdür. Daha dar bir kapsamdaysa akıl, anlayış karşısında ruhun bir bütün olarak anlama, (doğru) kavrama (soyutlama) hükme varma kapasitesidir. Kısacası akıl, birbiryle bağlantı kurarak kıyaslayan, inceleyen düşünce ve anlama, yani kelimelerin ve kavramların anlamlarını bilme yeteneği demektir. Akl-ı selim ise özel bir eğitim almadan normal insanda doğal olarak mevcut olan, normal, metodik olmakdan uzak ve dolayısıyla yanlış sonuçlara daha kolay varabilen kavrama ve hüküm verme gücüdür.“


Arthur Schopenhauer'de akıl, sebep ve sonucu ayırt etmektir:

„Maddenin öznel bağıntısı veya aynısı olan nedensellik akıldır ve bundan başka bir şey değildir. Tek işlevi ve tek gücü nedenselliği kavramaktır.

bu bilgiler ışığında doğa birşeye neden aramaz düşünmez.

o yüzden senin insanda anlattığın akılla, doğadaki akıl aynı şey değildir dedim, hatta doğanınkine akıl da diyemezsin, düzen diyebilirsin. o yüzden elmalarla armutları yarıştıramazsın. sonuçta sana doğayı algılayacak gri maddeyle akıl sağlayan da doğanın ta kendisi :) doğanın bir yaratımı olarak doğadan daha akıllı olduğumuzu düşünmüyorum ben ilk cevabımdaki gibi. ha bu dünyayı, bitkileri, hayvanları vs biz yaratmış var etmiş olaydık o zaman anlardım dediğini, biz bunları aklımızla yarattık daha ne inceliyoruz diye. ayrıca filozofların tanımı kutsal kitap gibi değil herhalde, tartışılamaz olduklarını sanmıyorum. sana aklı çok daha başka anlatan çok daha başka filozoflar tanıştırabilirim. kapıştırırız filan :P

cosmicstring'in değindiği "enerjiyi minimize etme" dışında evrimin de çok büyük etkisi var. hayvanlar, bitkiler bilinçsizce de olsa evrimin yönlendirmesiyle yaptıklarını en iyi şekilde yapıyorar. yaptığı işi en iyi yapmayan canlı soyunu devam ettiremez, evrimin kuralı bu.

ama evrim insan için neredeyse hiç işlemiyor artık. survival of the fittest konsepti geçerli değil. o yüzden evrimin hayvanlar ve bitkiler üzerindeki etkilerini inceleyerek de bir şeyler öğrenebiliriz.

tamam, genel tanımlara göre zekanın tanımı sorgulama yeteneği,soyut düşünme, neden - sonuç ilişkisi kurabilme gibi hadiselere bağlıdır. ama mesela suyun üstünde gezen sineği su fışkırtarak vurup avlayan balıklar var. bu balıklar suyun altından ışığın kırılmasını hesaplayıp avlıyorlar. bu noktada bu balıklar ne kadar akılsızdır? vücut yapıları nedeniyle yüzey gerilimine uyum sağlayıp su üstünde durabilen böcekler, su üstünde koşan sürüngenler var.

insanoğlu işini mükemmel yapan canlıları gözlemleyerek çok şey öğrenebilir.

@resistance is futile....bunu sadece hayvak akıllı diyerek açıklamak bence akıl karı değil yani saçma geliyor. örneğin bilgisayarlar çoğu insandan daha akıllıca işler yapar fakat aklı yapaydır ve insan yapımı olmasına rağmen insandan zeki olabilir. binlerce sayıyı saniyeler içinde toplayabilir bunu çok nadir insanlar yapabilir ama bu bilgisayarın akıllı olduğunu göstermezki?

ben bilgisayar insandan akıllıdır demem, en azından günümüz teknolojisinde. bilgisayarların insanlara tek üstünlüğü binlerce insanın yıllarca uğraşarak yapabilecekleri işleri çok kısa sürede yapabilmeleridir. işlem hızı, kapasite fazlalığı illa zeka göstergesi değildir.

benim hayvanlardaki zekadan kastım, hayvanların fiziksel yapılarıyla entegre bir şekilde kullanabildikleri sıradışı özellikleriydi. örneğin bir insanı su altına koyun, su altından su fışkırtarak dışarıdaki bir nesneyi çok zor, defalarca deneme yanılmadan sonra vurur, şayet vurabilirse. bunu yaparken de düşünür, hesap yapar. balıklar bu hesabı yapmıyor, görüyor, vuruyor. genetik hafızayla yerleşmiş artık beyinlerine. insan ne kadar zeki olursa olsun, içgüdüsel bir hızla bunu yapamaz. bunu inceleyerek de önemli bulgular elde edebiliriz, bunu demeye çalışıyorum.

@resistance is futile...balıkların o yaptıklarının enteresan olması verdiğim bilgsyr örneğinin sadece ilginç yüzü yani daha gelişmiş bi teknolojide bunuda yakalamak ve bir cihazın içine hapsetmek o balık gibi davranan robot balık yapmak mümkün olacaktır. bu onun akıllı olduğunu göstermez demek istiyorum.

insan doğanın parçası olduğundan merak ediyor nasıl işliyor bu kafalar diye.
keşke hayvanlarda da(gerçi biz de hayvanız ya) bu meraka sahip olsaydı.
o vakit, karşılılı iki tek atıp, bu mevzuları tartışabilirdim kedimle.

ayrıca belki de dünyanın bir bilinci var ve sen bunun farkında değilsin belki kimbilir :) gözümüzün göremediği tayflar gibi aklımızın (henüz) algılayamadığı bilinç düzeylerini de hiç hesaba katmıyorsun belkim hım. gaia diyolar mesela, yaaa böyleyken böyle.

@resistance is futile. evrim hemi de öyyyle bir işliyor ki, hemi de hemi de nasıl, dünyada dikkat et bak, hiç bir canlı bulamazsın ki kendi evrimine etki edecek bir ortam yaratsın, doğal ortamından başka. kendi kendimizi eviriyoruz artık. ve 'doğa' tarafından da evriliyoruz. doğayı yalnızca atmosferin içindeki etkiler olarak değerlendirmememiz lazım. güneşimizin radyasyonu bile evrilmemiz için yeterli, dünyamızın kutup salınımı vs vs yani yaşadığımız ortam aslında çok geniş. etkiler milyorlarca.

@pangea belki kediyle değil ama bunu şu an bi gorille yapabilirsin. varoluşunun farkında olan tek yaratık neyse ki insan değil :)

@kediebesi

eğer insanlar için evrim hala işliyor olsaydı, şu anda dünyada apandisit, 20 yaş dişi, ayak parmakları, şeker hastalığı, göz bozuklukları, kanser gibi özelliklere sahip insanlar çok önce ortadan kaybolurlardı. ilerleyen tıp insanlarda doğal seleksiyonu önlüyor. fiziksel olarak zayıf olan, eski çağlarda yaşasaydı avlanarak gıdasını bulmak zorunda olup açlıktan ölecek olan insanlar, gıdasını para verip alabiliyor, veya avlanmak istese hayvanların karşı koyamayacağı tüfek gibi gereçlerle fiziksel dezavantajlarını kompanse edebiliyor. uzağı göremeseydi vahşi ortamda 2 gün sağ kalamayacak insanlar gözlük sayesinde uzağı görebiliyor. insanoğlu apandisit ameliyatı yapamasaydı, apandisit geçiren bütün insanlar istisnasız ölürdü.

çevremizde hala bir çok evrim tetikleyicisi var, fakat gelişen teknoloji sayesinde artık bu etkiler bir ırk olarak insanlığı değiştirmekten çok uzak. insanı teknolojiden, veya ozon tabakası, organik; karbon bazlı gıdalar gibi değerini bilmediğimiz unsurlardan mahrum bırakacak bir felaket senaryosu (nükleer?) dışında, geniş çaplı bir evrim sıçraması mümkün değil.

maalesef bu dediğin olabilseydi evolution.berkeley.edu bu olamazdı ve morgan mutasyon deneylerinde zaten başarılı olmuş olurdu. :) ayrıca benim iki tane yirmi yaş dişim yok.

bu derken ne demek istediğini anlamadım, sineklere ışın, asit verip değişmelerini beklemişler. her dış etken mutasyon yaratacak diye bir şey yok. ayrıca ben insanlardan bahsediyorum, hayvanlardan değil.

demek istediğimi anlatamadım galiba tam olarak. sende 20 yaş dişi olmaması, senin çocuğunda da olmayacak anlamına gelmiyor. eğer eşinde 20 yaş dişi geni varsa, ve bu gen çocuğunda görülürse, çocuğunda 20 yaş dişi çıkar. aynısı bütün insanlık için de geçerli.

örneğin;

eğer zamanında gözlük icat edilmemiş olsaydı, gözlük takmak zorunda olan insanlar uzağı veya yakını göremedikleri için beslenmelerinde, veya insani ilişkilerinde sıkıntı yaşayacaklardı. örneğin uzağı göremeyen erkekler düzgün avlanamayıp et yiyemeyecekleri için fiziksel olarak etle beslenen bir erkekten daha zayıf görüneceklerdi. dişiler güçlü erkeği seçeceklerinden dolayı, veya aynı dişiye göz koyan iki erkekten güçlü olan zayıf olanı öldüreceğinden dolayı, zayıf erkekler gözleri iyi görmediği için soyunu devam ettiremeyeceklerdi. dünyada milyonlarca miyop insan hala mevcut olduğuna göre (ben dahil), evrimin ön koşullarından biri olan doğal seleksiyon insanlar için gerçekleşmemiş demektir. unutmamalı ki, evrimsel açıdan başarılı bir tür hayatta kalabilen değil, genlerini bir sonraki nesle aktarabilen türdür.

www.livescience.com
resistance is futile. aynı nickin gibi :) www.npr.org scienceblogs.com
Those who believe that humans are no longer evolving accept that we have variety. As pointed out above with the previous definition of evolution, we have 4.2 Amino Acid altering mutations every generation, and then we have genetic drift; it is entirely unreasonable to claim that we do not have variety between humans. What they do doubt though, is that there is any selective pressure left. They claim that due to the advent of modern medicine, technology, farming techniques, food distribution, heating and cooling systems etc, there are no longer any selective pressures in our lives to separate the fit from the unfit. The fitness differential is irrelevant in the environment that we have made for ourselves because we do everything we can to make sure ‘everyone’ survives. Additionally, even if some people die to unforseen virus or bacterial outbreaks etc, then although they may die, the reaction of medical intervention will be infinitely quicker than that of the evolutionary adaptation to the new selective pressure, and so no net evolution will actually occur. The capabilities within our modern society and the speed with which our culture adapts to change has completely overruled the process of natural selection and so stopped evolution.



There are several problems with these claims. These problems can be placed into several classes of error including;

Misunderstanding the nature and power of Natural Selection,
Forgetting other forms of selection, such as sexual selection,
Assumptions about the entire world from the specific first world lifestyles of the very people claiming this, and
Mistakenly taking the term ‘current evolution’ to mean that evolution must happen before our eyes.
www.physicspost.com

böylece devam edebilirim yani benim dışında da iddiaların zaten insanlar arasında tartışılıyor ve reddediliyor.

ben makaleyi okudum da, burada benim dediklerimi anlatıyor zaten:)

dediği hatalara değineyim:

class 1: bir kere ilk paragrafta kolaylaşan hayat şartları dolayısıyla evrimin geriye işlemeyeceğini söylemiş. ben zaten bunu iddia etmiyordum, geçiyorum.

devamında da rastgele mutasyonların getireceği özelliklerin belki de daha avantajlı olabileceğini söylemiş. doğrudur, olabilir. ancak bu özelliklerin kendilerini gen havuzunda baskın bir şekilde ifade edebilmeleri için, genlerini bir sonraki nesle aktarlmaları açısından mutasyona uğramayan bireylerden daha avantajlı olmaları gerekir. insanoğlunda, günümüz koşullarında, böyle bir senaryo nasıl gerçekleşebilir bilmiyorum, sanmıyorum.

class 2:

sexual selection zaten natural selection'ın içindedir. dişilerin büyük olan, güçlü olan erkekleri seçmesi doğanın kuralıdır. kuşlar, en iyi şarkı söyleyen, veya kanat açıklığı en geniş olan erkekleri, tavuskuşları kuyrukları en büyük, en renkli erkekleri seçer.

eğer insanlarda da böyle olsaydı, "kötü" özelliklere sahip bireyler çok önceden ölmez miydi? kendimden örnek vereyim, gözlük, kızıl saç, beyaz ten ("skin prone to sunburn"), nispeten zayıf vücut (1.87 boya 75 kilo). beni ormana salsan, atıyorum khal drogo fiziğinde bir adamla (game of thrones izlemediysen google'a khal drogo yaz, anlayacaksın:)) hayatımızı artık avla idame ettirmek zorunda kalsak, kadınları güçle etkilemek zorunda kalsak, benim en ufak bir şansım yok. 15 dakika mücadele edemem. etrafta hala ben ve benim gibi bir sürü insan fink attığına göre, seksüel seleksiyon bir yerden sonra pek tutmamış.

class 3:

modern toplumda yaşamayan insanlarda tetikleyici faktörler an itibarıyla daha fazla tabii ki. ama teknoloji ilerleyip oraları da buldukça bu oran azalacak, benim düşüncem bu yönde.

class 4:

galiba iki önceki mesajımda yazmıştım nükleer felaket senaryosu diye. burada da aynı şeyden bahsetmiş.

belki de şöyle demem en doğru olur: insanlar için evrim tam olarak durmamıştır da, modern bilim ve teknoloji sayesinde neredeyse durma noktasına gelmiştir. hah, şimdi oldu.

Natural Selection, unlike our ability to pass judgement, is an unrelenting eternal force sifting through every single probabilistic relation within an organism, between members of a community, between organisms in a species, and between an organism and its environment; all at once. To say that modern humans are no longer under a selective pressure is to claim two things: It is claiming that we know what Natural Selection works on; and it claims that we have used this knowledge to control every single instance of potential selective pressure. We certainly do not know this, and we most certainly have not controlled it. Humans are just as subject to selective pressures as every other organism, even if we can’t see them.

bunları da okudun mu?

seleksiyonun doğada hayatta kalmaktan çok üreme yönünde işlediğini sen yazdın. yani fiziksel durumun doğada bişiler yapmana, avlanmana engel olabilir ancak beyninin ve korteksinin geldiği durum bunları değiştirebilecek akla erişmene imkan sağlamıştır, evrilmişsindir. bunun sonucunda seleksiyon başka yönlerde işlemeye başlar, hangi özellikleriyle tür devam edecekse o anki koşullarda o özellikler pekişir. hadi sen yine boylu poslusun steven hawking ne yapardı peki :) insanın kendi kendini evirdiğini savunanlardan biri de kendisidir. (cümle içinde en çok kendi kullanma rekoru)

modern toplumda yaşamayan insanlar dediğin baya nüfusun yüzde doksanı filan :) nükleer felaket hadisesini de japonyada gördük maalesef. çok hazin bir durum.

the arguments presented to show that humans are no longer evolving tend to become meaningless in light of how evolution actually works. The points may seem valid in some regard, but they all miss a vital point somewhere and so can be easily shown as the empty claim they are. Humans are varied, humans are being selected, and a time will come not so far off in the future when massive selection may be applied as a consequence of our own actions. Humans are still evolving.

adam makaleyi bu şekilde bitirmiş ben daha ne diyeyim. h yahya gibi olursun bak evrimi durdurduk dersen haaa çarpılırsın :)

okudum da, sen benim verdiğim örneklere cevap vermiyorsun, ki makaleden kopyalıyorsun.

o zaman ben de makaleyi yazan arkadaşın ağdalı diliyle cevap vereyim:

To say that modern humans are no longer under a selective pressure is to claim that in the modern environment of human beings ,due to technical, medical and scientific advancements, the selective pressures that normally direct the course of evolution have become so insignificant that they can hardly have a considerable impact on the course of human evolution. that is not to say that human evolution has stopped completely, but that its pace is extremely slowed down, almost to the point of a standstill.

o zaman ben de diyorum ki it has accelerated so much that it seems like a standstill. :p

makalelerden alıntı yapıyorum ki bilimsel kaynaklarla konuşalım, biyerimden uydurmadığım anlaşılsın, bir tek benim fikrim olmadığı görülsün diye. bi de adamlar benim kısıtlı bilgimle anlatabileceğimi gayet güzel açıklayabilmiş diye.

richarddawkins.net

bak mesela dawkins amca bu makalesinde tartıştığımız konuyu baya yakasından yakalamış diyor ki senin üretimlerin de doğanın üretimidir.

sonuç olarak ben bu konuyu sayende araştırıyorum. steve jones abiyi filan bi izliyim bakiim ne diyolar. ama pek inanasım yok doğrusu. bu kadar kısa bir süre içinde (son 10,000 yıldır diyolar) olmuyor işte yavaşladı dememiz pek mümkün değil gibi geliyor bana. bunun için daha uzun gözlemlere ihtiyacımız var. ayrıca şunu unutmamak lazım, teee ilk mesajımda yazdığım gibi çok daha büyük etkilere maruz yaşıyoruz. bunların bizi nasıl etkilediğini bile henüz tam olarak bilemiyoruz. dna da aktifleşen veya aktifleşmeyen bölümler var, bunlar hangi şartlarda oluyor hala araştırıyorlar.
demem o ki ben bu işe şüpheyle yaklaşırım, milyorbin yıllık evrim sen gel yavaşla, yavaşla, dur. aklım ermez benim. ama seninle tartışmak, bu bilgilere erişmek keyifliydi. araştırıcam.
www.youtube.com işlerim bitince buna bakıcam mesela. bizim tartıştığımızdan tabiki çok daha kapsamlı konular bunnar.

ben de teşekkür ederim, oldukça keyifli bir tartışma oldu. ben de bu konuyu daha dikkatli araştıracağım.

25. saniye: Just when you thought it was safe to come outside.

37. saniye: Fransızca gibi geldi.

58. saniye: Get your young butt out there.

37'de look here diyor

@resistance is futile: Bana pek öyle gelmedi. Bariz bir "p" sesi duyuyorum ama pek anlayamadım dediğim gibi.

look here diyor, hatta bir kaç kere tekrar izlerseniz sol eliyle kendi üzerine işaret ettiğini görürsünüz. genç jordan bir anlık yaşlı jordan'ın gösterdiği yere bakınca yaşlı jordan "sucker" deyip şutu atıyor.

Evet dikkatli dinleyince yarım ağız bir "look here" duydum ama başında "puu" gibi bir ses çıkarıyor manasızca, orada takılmışım.

37. saniyede boy look here dyor gibi geldi bana da.

boyle bir birimin olmasi oyle bir teknolojinin oldugu manasina gelmiyor.

petabyte'lara bi gelelim oraya da geliriz.

ilk bilgisayarim 120 mb hdd'ye sahipti. simdi 3 tb yetmiyor.

eskiden bir film yaklaşık 700mb idi (1 CD), bugünlerde ise aynı uzunlukta bir filmin blue-ray versiyonu yaklaşık 3 gb - 8gb boyutlarında. zettabyte kullanım dönemine geçildiğinde muhtemelen kalite ses falan derken evdeki standart pc'lerde kullanmaya bile başlayabiliriz, kim bilir.

zamanında 2.88 mb diskete bir dünya dosya sığardı. sonra cd çıktı, o bile yavaş yavaş çaptan düşüyor artık. dvd yetmiyor, blu-ray var. birkaç yıla blu-ray de yetmeyecek. teknoloji geliştikçe, kapasiteler de genişliyor.

zettabyte'ı bilmem de, en geç 10 yıla kadar petabyte - exabyte arası bir yerde oluruz diyorum.

@mochiron

adam mısırlı beyler..

:)

öncelikle, büyük konuşuyorum ama kobe gelmez. sezon içinde bir röpörtajında, lokavt yüzünden avrupa'ya gitme durumu olursa çocukluğu orada geçtiği için italya'da oynayacağını söylemişti.

gelelim diğer konulara. iverson, yedek kaldığı için beşiktaşa geldi zaten. memphis ile anlaşma imzalayıp bench'ten gelince takımı terketti direk. 12-13 yıl boyunca bir numaralı adam olmaya alışınca bench'ten gelmek koyuyor tabi. beşiktaş'ın parası da iyiydi, yine eski philadelphia günlerinde el üstünde tutulduğu hale dönmek için beşiktaş'a geldi. 35 yaşında geldiğini de unutmayalım, zirvesinin çok uzağındaydı yani.

deron williams'a gelirsek, lokavt olayı olmasa bu tarz işlerin bahsi bile açılmayacaktı tabii ki. oyuncular oynamak istiyor, avrupa'dan bir çok takım da büyük paralar ödemeye hazır. lokavt boyunca oyuncular para alamadıkları için avrupa'ya gelmeye sıcak bakıyorlar.

kısacası, lokavt gibi ekstrem durumlar dışında, ve yaşı geçen oyuncular dışında türkiye'yi geç, dünyadaki herhangi bir basketbol ligi nba'in iyi oyuncularını çekebilecek seviyede değil.

öncelikle iverson için cevap vereyim. iverson'a nba'den hiçbir klüp teklif vermedi ve kendisi de basketbol oynamak istiyordu. çin'den ve beşiktaş'tan teklifler geldi çeşitli sebeplerden ötürü beşiktaş'ı seçti. fakat 3-4 maç oynadıktan sonra sakatlanıp ülkesi birleşik devletlere döndü.

deron williams, kobe vs. konuları ise biraz karışık. nba'de lokavt var. kısaca takım sahipleri ile oyuncular anlaşamadı ve maçlar oynanamayacak. bu durumdan ötürü bazı basketbolcular en azından harçlıklarını çıkartmak için başka ülkelere - lokavt bitene kadar - gitmek istiyorlar. ama avrupanın önde gelen takımları bu oyuncuları alarak bir riske girmek istemiyorlar. çünkü lokavtın her an bitme gibi bi ihtimali var ve bu durumda büyük umutlarla aldıkları oyuncu en beklenmedik zamanda gidebilir. ama beşiktaş basketbol çapı olarak bu riski daha rahat alabilecek bir takım. çünkü zaten 4-5 senede bir final oynuyoruz deron gitti diye şampiyon olamazsak kimse üzülmez ama deron'a verilecek parayla ülke şartlarında bir takım kurulabilir.

biraz uzun oldu ama umarım okursun ve faydalı olur.

iverson'ı bir tarafa, kobe'dir, deron'dur bunları bir tarafa ayırmak lazım.

iverson'ın birkaç röportajını okumuştum. hep statik ve tahmin edilen cevaplar vardı. perde arkasında bir şeyler daha dönmüştür belki. o an için nba'den daha iyi bir fırsat için görüp, nba'e dönene kadar beşiktaş'ta oynamayı tercih ettiğini söyleyen cevaplardı. nba kariyeriyse -efsaneye hakaret olacak ama- bok gibi gidiyordu. bu tarz sporcuların motivasyonunu yüksek kılan olaylardan birisi olan, pohpohlanmaları filan yaşamıyordu. özeti bu.

şimdi dönen olaylarınsa tek sebebi lokavt. oyuncular ve nba anlaşmaya varamamış durumda. nba'de ne olacağı belli değil. kasımın ortasına kadar böyle gider gibi. hatta, ligin bu sene olmaması bile ihtimal dahilinde. takımların web sayfalarına girersen oyuncuların adını göremezsin mesela şu an. durum bu şekilde devam ederse, o oyuncular 1 seneyi boş geçirmek istemeyecek ve avrupayı tercih edecek. isteyen starbury'nin yanına, çin'e de gidebilir gerçi sdlfjksdfjkl

edit: bu saatte ayakta olup bu soruya cevap veren tayfa, size sevgim başka.

laleli'den tramvayla kabataş -> kabataş'tan fünikülerle taksim -> taksim'den metroyla şişli imkanı mevcut.

laleliden tramwayla kabataş
kabataştan fünikülerle taksim
taksimden metroyla şişli.

yanlış hatırlamıyorsam abide-i hürriyet çıkışı var hatta metronun.

oo süpermiş, sağolun gençler.

laleli'den otobüsle taksim, taksimden metroyla mecidiyeköy durağı diyerek 1 vasıta azaltıyorum.

not: mecidiyeköy durağından sonra biraz yürümek gerekir, fazla değil.

o kadar in bin yapma direkt 77a'ya bin veznecilerden..

nerede inicem peki?

speculative fiction'ın söylediğini yaparsan çok beklersin taksim otobüsünü.

ama cinna güzel konuşmuş.

o 77a çok işimi geldi direk okulun dibinden binerim 15 dakikada bir de varmış oh mis. hangi durakta ineceğimi söyleyecek bir yardımsever varsa mitiş olur, yoksa da şöföre sorarım artık kısmet.

hepinize çok teşekkürler!

77 yi falan siktiret direkt araba var şişliye. hürriyet mahallesi otobüsü numarası yanlış hatırlamıyorsam 46. beyazıt merkez duraklardan kalkıyor. şişli camisinin orda inersin arkası abidei hürriyet zaten.

abide-i hürrüyet uzun bir cadde, gideceğiniz yerin numarasını ya da hangi otobüs durağına yakın olduğunu bilmeniz faydalı.

eğer post rock'sa estrümental rock (bilmiyorum öyle mi?) Godspeed You! Black Emperor (kesin dinleyin) ile God Is an Astronaut'u öneririm. (açıkçası türlerden bir haberim pek takmıyorum hatta böyle şeyleri ama bu iki grubu çok sevdiğimden araştırmıştım oradan biliyorum. yanlışım varsa kusuruma bakmayın.)

4) eloy
5) guthrie govan

1- portishead, massive attack (gerçi biliyorsunuzdur, çok meşhurlar). bi de team sleep yer yer trip hop estiriyor.
3- post dial ve bon mod var yerli
4- kırkbinsinek, grails
5- del rey, sleeping people, dub trio, khuda, (daha sert bi kategoride) pelican

evet arkadaşlar sağ olun, 1 ve 4 oldukça faydalı oldu. 3'ü azminden dolayı kutlar, 2 ye iştirakinden dolayı teşekkür ederim :))) .

rakibimin bana olan tavrına bağlı "lay lay lay lay " şeklinde sataşmaya başlıyor ise sinirlenirim tabiki.
(bkz: hayırmı galdaş? )

sakin kalırım,
elimden geleni yapmışımdır benim dışımda bir sebepten dolayı böyle olmuştur. Değiştirebileceğimiz şeylere üzülmek lazım sanırsam
ha nedir birkaç sene önce tam tersini düşünürdüm

"lay lay laay" şeklinde sevinebilenle aynı seviyede değilim.

sakin kalırım sevinmesi en doğal hakkı, ama gelip de sataşırsa nası aldım lan nası yendim lan tarzında yaklaşırsa, ağız burun girerim.

www.youtube.com

bülent hocanın yerinde ben olsam, kazanan kişi de karşıdan gelen adam olsa mesela..
lay lay lay lay lay diye kolumu böbreğimi sallasa
hiç affetmem

sakin kalmak lazım, çünkü sinirlendiğiniz zaman karşınızdaki sizi sinirlendirdiği için daha da sevinecek. laf atarsa, sataşırsa laf sokmaktan geri kalmayın, fırsat olursa diğer insanların önünde lafla rezil edin.

Sinirlenir, belli etmem.

Proje koordinatörlerine "aha benim yerime aldığınız ibişi görün, sevinişinde bile meymenet yok, alın, hayrını görün ehehe" dercesine sırıtarak bakarım :)

sinirden kudururum. ama asla belli edip onu sevindirmem.

sinirlerim ama rakibe degil bendeki makus talihe.

canım sıkılır ama diğer insanlara belli etmemeye çalışırım.

terbiyesizlik yapıyorsa, uyarmak gerekir. yoksa, kaybettikden sonra zafer turu atan adamla aynı ortamda bulunmak olmaz. rahatsız edici olur.

ne diyosuuun kendimi bile sikerim sinirden!

rakibin bana sataşmasından memnuniyet bile duyarım. ortam gerektiriyorsa tebrik ederim sonra projeyi veren merciyi de tebrik ederim. üzülürüm ama sonuçta şansınıza kaybetmişsinizdir. her işte bi hayır vardır der akşam sinemaya giderim.


not: çok çok çok önemli bir işi çekilişle veren sitemin de çarkına çomağımı sokayım.

gayet de sinirlenirim

kalkar önce rakibimi tebrik ederim sonra etraftakilere bu şansı tanıdıkları için teşekkür ederim. ihtiyaçları olacağı zaman her an ulaşılabilir olduğumu belirtir gülümseyerek ortamdan ayrılırım. olgunluk her zaman çok daha iyi bir yöntemdir. karşıdaki laylay derken siz böyle yaparsanız emin olun insanların gözleri ve kalpleri size doğru dönecektir. efendiliği bozmayın.

ha rakiple olaydan sonra başbaşayken sataşırsa ağzını yüzünü kırırım o ayrı..

kabilesini sikerim.

o arkadaş senden daha iyi olduğu için değil, sadece daha şanslı olduğu için kazanmıştır. dolayısıyla yenilgi olarak görmem ve bu da sinirlenmemi gerektirmez.

amınabilekorum!

bende küçükken bu tarz bir mikroskop vardı. aldığınız zaman kendi ışığı olmasına dikkat edin, sadece ayna olduğu zaman karanlık oluyor, bir şey gözükmüyor.

okuldaki mikroskoplardan çok daha zayıf tabii ki bu aletler ama bir şeyler görmeyi sağlıyor en azından. kardeşinizin de bu işlere heves etmesine yol açabilir. ben aldığımda içinden örnek inceleme malzemeleri çıkmıştı, işte kelebek kanadı böcek bacağı falan. ondan sonra can sıkıntısından kalemtıraş çöpü, sıvı sabun, kola falan incelemeye çalışmıştım. hey gidi.

kısacası gözüktüğü kadar dandik çıkmıyor bunlar genelde. çok şey beklemeyin tabii ama çocuğun heves etmesi açısından faydası olur.

Zaten bayağı hevesi var. o yüzden optik açıdan tatmin edici kalitede bir şeyler arıyorum.
bu konuda national geographic'in mikroskopuna yapılan yorumlar hiç umut verici değil.

Merhaba,

Muhtemelen o gösterdiğiniz mikroskop pek işe yaramaz. Şu linke bir bakın, hangi şehirde olduğunuzu bilemiyorum ama Ankara, İstanbul ve İzmir'de bayiileri varmış:

www.fetalab.com

Kayseri'de şurası varmış:
www.okulstore.com

Çocukken oyuncakçılarda satılan dandik mikroskoplardan benim de vardı, 100, 250, 750 kez büyüten mercekleri vardı. 100 ve 250 gayet iyi iş görüyordu ama 750 kötüydü. Hem ışığı hem de aynası vardı. Ayna iyi bir aydınlatma sağlamıyordu, ışık harikalar yaratıyordu. Gayet tatmin ediciydi. Şimdikiler ondan kat kat iyidir sanıyorum.

Bence dandik bir şey bile alsanız şimdiki bilgisiyle epey yeterli olacaktır kardeşinize. Okulda kullandıklarından almak gereksiz bir iş olur her bakımdan.

Fazladan bol bol lam ve lamel alın (ikişer kutu başlangıç için yeterlidir sanırım) Bir de (içinden çıksa bile kötüdür) ince kesitler almak için çok keskin bir bıçak (neşter veya jilet) iyi olur.

Bir de eklemeden geçemem: Kardeşinize çok büyük bir güzellik yapıyorsunuz, tebrik ederim.

bakteriyi görmek biraz hayal olur. zooloji labında bi kere tesadüfen görmüştüm, ne olduğu belirgin bile değildi vs vs.

3x ve 6x mercekleri var. o yaştaki bi çocuk için ideal denebilir. 10x'e kadar çıkan varsa daha ayrıntılı inceler. 10xden sonrası onun için gereksiz.

okullarda kullanılan en dandik mikroskoplar bin liradan başlar haliyle :/ ortalama iyilikte bi mikroskop 2bin filandır. hiç gerek yok (:

bir de, suyla incelerse bitkileri filan, hiçbir şey anlamayabilir. yeşil, kargacık burgacık parçalar görür ancak. floroglisin HCl bulabilirseniz harika olur. ama içinde asit olduğundan kndi başınayken kullandırmayın.

sinek kanadı, kelebek kanadı inceleyebilirsiniz resistance'ın dediği gibi. pul yapıları şöyle böyle belli olur kelebeğin. ama sonuçta ilkokul öğrencisi fazla ufacık şeyden bile mutlu olur, daha çok heveslenir.

bence gayet iyi ilk mikroskop için.

ben mikroskop değil, incelenecek şey önereyim. bir kavanozun içine azıcık kuru yaprak, toprak falan koyun. üstüne yarısına kadar tatlı göl suyu, onun da üstüne bildiğiniz çeşme suyu koyun, ağzı açık şekilde karanlıkta 15-20 gün bekletin. buharlaşırsa çeşme suyu ile tamamlayın. sonra o suyu incelesin. kımıl kımıl terliksi hayvanları, paramesyumları görsün. yalnız biraz kokar, ona göre.

Kayseri'deki firmanın mikroskopları güzelmiş.
Antalya'da bulabilsem güzel olurdu. hem görüp alırdım.
Mikroskop kullanımını az çok kendim de biliyorum, tanıdığım biyologlar da var.
öncelikli hedefim kuş kanadı, sinek kanadı, gözü ve bitki hücresi inceletmek.
şu ucuzluklardan bir tane alayım ardından şundan alırım:
www.okulstore.com

www.medikaliniz.com
yardımları için tüm duyuruculara teşekkürler.
bunu almayı planlıyorum.
bu gelene kadar bir tane de ucuz mikroskop alayım diyorum.(bozup, öğrenmek için)
www.bimeks.com.tr
veya
www.hepsiburada.com
bu seti almayı düşünüyorum. görüşleriniz nelerdir?

Mikroskobun pek bozulacak şeyi yok ve hala pahalıların gereksiz olduğunu düşünüyorum. Yine de siz bilirsiniz. Kardeşiniz daha çok ekipman göreceği için hepsiburada linkindeki alet daha iyi gibi geldi bana.

kayıtlara geçsin diye buraya yazıyorum.
ilk olarak bu ürünü sipariş ettim:
www.bimeks.com.tr
beklediğim gibi biraz dandik bişey. tamamen plastikten. ilk gördüğümde bir halta yaramayacağını düşünüyordum.
pillerini takıp ışığını yaktıktan sonra ilk baktığım slayt ile fikrim değişti.
alet inanılmaz seviyede iyi büyütüyor. plastik milastik ama balık pulunun çizgilerini filan gösteriyor. 7-12 yaş arası için çok uygun bir şey.
hatta bunun set olmayanını alıp masanızın üstünde de tutabilirsiniz.
set olması iyi ama. hazır gelen slaytlar bizim ufaklığı bayağı oyaladı. ardından evde bulduğu mikroskobun altına sığabilen herşeye bakmaya başladı.
tavsiye ederim.

fiyatı ilk linktekinden daha uygunmuş. güle güle kullansın.
balık pulu deyince aklıma geldi. pulların şekli, üzerindeki ince halkalrı vs farklıdır. evde pişirceğiniz balıkların pulunu temizlediğinizde kardeşinize bi tanesini verin, hatta bir de balığın yan orta çizgisi üzerinden bir pul verin, farklarını görsün epey epey oyalanır (:
evde ölü bulduğu böcekler içinde aynı şekilde.
ne güzel kardeşsiniz be (:

Minnok güle güle kullansın. O pahalı olanı da alacak mısınız yine de?

@hia ufaklık evde mikroskopun altına sığan herşeye bakmaya başladı zaten.
@cosmicstring bununla yeterince vakit geçirince 450-1000 tl arasında olanlardan alacağım.
küçük canlılar kardeşimin olduğu kadar benim de ilgilimi çekiyor. evde bir tane giriş seviyesi mikroskop olsun istiyorum.

pasaport no, duzenleme tarihi, gecerlilik tarihi, veren makam (hepsini istemeyebilirler bile)

pasaportun numarasını, en son uzatılmış tarihini soruyorlardı.
bir de pasaportun 10 yıldan eski olmamalı gibi bişi var. o yuzden veriliş tarihini de soruyor olabilirler.. istersen telefon edip pasaportunun konsoloslukta oldugunu söyle ve durumu onlara da sor madem acil.

hapax'ın saydıkları olması lazım. kredi kartı bulundurun demesinin sebebi parayı ödemeden operatörle konuşamıyorsun, dolayısıyla telefon açıp sormak pek mümkün olmayabilir. üç dört kere vizeye başvurdum buradan, pasaportla ilgili sıradışı bir şey sorduklarını hatırlamıyorum.

edit: parayı ödeme sırası konusunda yanılmışım, yanlış bilgi için özür.

henüz para vermeden call centerla konuşabiliyorsun. o yuzden öyle dedim zaten.

bana en son sadece pasaport numarasını sordulardı. bir de 6 aydan uzun süresinin olup olmadığını. zaten randevu alırken de sadece pasaport numarası dikkate alınıyor. bu dediğim de 15 gün önce falandı.

aynı üç notayı verecek şekilde 15. perdedeki tellere basıyorlar işte .bir serdar ortaç atasözü der ki 7 ayrı nota var. e gitarda da 24 tane perde var. demek ki bu 7 nota ve ara sesleri bir tel boyunca bir veya birkaç kez tekrarlanıyor.b telinin birinci perdesi do sesi verirken, aynı telin x'inci perdesi de do sesi veriyor (saymaya üşendim, ezbere bilecek kadar da müzik bilgim yok), ister oradan bas, ister buradan bas.

nota ve akorların kurulum mantığını bilen bir kişi (majör akor nedir, minör nedir, yedili nedir vs) bunları ezbere bilir ve bulur zaten.

12 perdede 1 tekrar ediyo olması lazım, 13'te yani sanırım. ne bileyim ben anlayamadım hala tam, çünkü aradaki boş teller ne olacak? gerçi ilerdeki perdelere doğru boş tel kullanılmıyor heralde. şimdi örnek vereyim, bu do majörün kullanım şekillerinden birini biliyorum, 1. telin 12. mi ve 2. telin 12. do olduğu için ilk 3 tele basıp do majör elde edebilir miyim? do-mi-sol'ü kapsaması lazım ya, kalın bi sol daha eklemek gerekir mi nereden bilicez mesela?

sen demissin zaten. c major = do mi sol degil mi. 15. perdede de do mi sol var. oradan basiyor adam.

teorik olarak do mi sol icermesi yeterli. yani sen ince mi 12. perdeden mi alirsin, si teli 13. perdeden do alirsin sol'u de bos telden basarsin, bu da do major olur. ama biraz daha farkli tinlar acik pozisyon do majorundan.

ama akor olustururken genelde birbirine yakin oktavlardan alindigi icin sesler fazla kullanilmaz o sekilde.

(13 yerine 12 yazmışım yukarda)

en bilinen akorlar dışında da birçok akor var ya, bunları öğrenip ilerdeki perdelere taşıyarak mı yapıyorlar bahsettiğim şarkıları? (belki bilinen akorlardır da ben bilmiyorumdur) herhangi bir grubu düşünsek, şarkıları 10-20. perde arasından temel alıyor mesela, çok ilginç geliyo bana anlayamıyorum.

önemli olan akoru oluşturan notalar, kaçıncı telde kaçıncı perdede bastığın değil ki. nihayetinde belli sayıda akor var, her ne kadar bunların çoğu pek bilinmeyen, kullanılmayan akorlar olsa da. beste yapan arkadaşlar şans eseri bu akorlara denk gelebilir, teorik müzik bilgisi varsa aklındaki melodiye uygun olarak akorları bilinçli bir şekilde bulabilir.

eğer böyle enteresan akorlar ilgini çekiyorsa allan holdsworth'e bir bak.

yanınızda taşımak istemiyorsanız, türkiye'deki citibanklardan birinden bir hesap açıp parayı oraya yatırın. yurtdışından çektiğiniz zaman komisyon almıyorlar. avrupa'da her yerde citibank olsa gerek.

1 yillik paranin yetmesi lazim bildigim kadariyla. telefonda yalnis bilgi vermis olabilirler.

ben de birkac sene once ayni yoldan gecmis birisi olarak 1 yil diyorum. 15816 euro buyuk paradir, isteyemezler. Telefonla verilen bilgilerde ciddi bir problem vardir bu arada, sacma sapan bir sekreter surekli gereken belge sayar dakikalar boyunca; vize gorusmesinde de gorevli yuzune bakar ne gerek var bu kadar belgeye der. musterih ol yani.

telefondan randevu alırken konuştuğunuz kişi 15 bin dediyse itibar etmeyin, call center'da çalışanlar mevzuata hakim değiller.

master için bilmiyorum da, ben üniversite eğitimi için vize başvurusu yaptığım zaman ya bloke hesap, ya da yeterli paranın olduğunu gösteren banka hesap hareketleri belgeleri falan istiyorlardı. bloke hesapsız başvurmadan kastı bu olsa gerek, gerçi master eğitimi için de bu seçenek var mı bilmiyorum.

@artificial zapata burs ya da erasmus ya da taahhütname fln mı?

sınırlı zaman için hamle yapıyorlar. böylece maç bitiyor süre dolarsa ve önde olan taraf kazanıyor olmalı süre bittiği sıradaki taşlar ve belki konum önemlidir..

satrançla ilgili bilemiyorum fakat hikaru no go diye bir go anime dizisi var.. ilgini çekerse.. çocuğun biri sıfırdan go öğreniyor..

şöyle : her oyuncunun belli bir zamanda hamle yapması lazım. yani takdir edersiniz ki bir maç sonsuza kadar süremez. bu sebeple her oyuncuya belli bir zaman tanınıyor. ama bu hamle hamle değil toplam zaman olarak veriliyor. bu yüzden siz hamlenizi yapıp saate bastığınızda otomatikman rakibin saati çalışmaya başlıyor.

süre sabit midir? yoksa değişken mi?

1 saat.

edit : onlarca turnuvaya katıldım. hepsi 1 saatti.

her oyuncunun 30 dk kası var. karşı taraf saate basınca onunki durur sizin 30 dk dan düşmeye başlar siz basınca sizinki nereye kadar geldiyse orda durur onunki geri saymaya başlar o şekilde

süre turnuvadan turnuvaya değişir. kimi turnuvalarda hamle başına süre eklenir, atıyorum normalde 1 saat süreniz vardır ama her hamle yapıp saate bastıktan sonra 15 saniye eklenir. süre değişken yani.

film aklıma gelmedi de, stefan zweig'ın schachnovelle'si var çok güzel.

Arkadasımın dediği gibi süre turnuvasına göre değişkenlik gösterebilir.. Önceden belirlenir.. Genelde 1 ila 1.5 saattir oyuncu başına.. yıldırım adı verılen maclarda ise sure genelde oyuncu basına 2dk'dır..

1 saat diye birşey yok. 5 dakika da olabilir, 8 saat de.

Benim oynadığım zamanlarda turnuva standartı 2 saat 40 hamle + 1 saat idi. Her oyuncunun başta 2 saat hakkı var, 40. hamleden sonra 1'er saat daha ekleniyor. 6 saat oynayıp masadan 2-3 kilo verip kalktığımı bilirim.

bence sonuna rağmen izlenir. yani sürece bakarsak beni en çok heyecanlandırmış, merak ettirmiş dizilerden biridir lost. ilk sezonu ben bir günde bitirmiştim öyle söyleyeyim.

izle izle. toplu izleyeceğin için bahsedilen hayal kırıklığını yaşamazsın. millet aylarca senelerce bekledi final için, dağ fare doğurdu. o yüzden bu kadar tepki.

keşke yerinde olaydım. hafızamın lostla ilgili bölümünü silip şu diziyi tekrar izlemeyi o heyecanları yaşamayı tekrar izlerdim

İzle izle. Son bölümü de gayet güzeldi. Kafan onca teoriyle, entryle, spekülasyonla, her tür enformatik bilgiyle sikilmediği için sana çok güzel gelecek hatta.

efruz'un dediği gibi, hiç bir şey bilmeden ilk iki sezonu izleyebilmek için çok severek izlemiş olduğum birçok diziden feragat ederdim. her yerde diyorum, burada da diyeyim, lost 2. sezonu izlediğim bütün diziler içinde en güzel sezondur, ikinci sezon finali izlediğim en güzel bölümdür.

izlenir tabii ki ama sakın bizim gibi sonu mantıklı bir şekilde bağlanacak falan diye beklemeyin. biz bekledik, babalara geldik ve üzüldük.

sonucu bilince izlemenin bi manası yok, hiç bir şey bişeye bağlanmıyo merak edilecek bi mevzu yok yani

nutella?

behzat ç?

seks

yok. ben üstte yazan 3 maddeyi sevmiyorum mesela. (ipucu: tv seyretmiyorum + şeker yemiyorum)

Eskiden olsa LOTR derdim, şu an öyle bir ortak nokta yok.

para?

lost

para?

Türkçeye özen

entry girmek?

nick altına yazılan övgü entry'si.

yok öyle bişey

aaaa kimse yazmamış.

uludağ limonata.

:) şekersiz olanından şimdi içicem ben de zaten.

pink floyd, hatta ondan daha ileri seviyede sıla. evet, sıla ve pink floyd. acı ama gerçek.

amin maalouf-semerkant

türk olacak ama beklentilerini karşılayacağını sanıyorum, okumadı isen, hakan günday romanları...

stefan zweig -satranc 100 sayfa

petros amca ve goldbach sayisi -mukemmel bi kitap

(bkz: shibumi)

john kennedy toole - a confederacy of dunces

daha edebi bir şeyler için;

mikhail bulgakov - master and margarita

Albert Camus - Mutlu Ölüm

Marc Levy - Sonsuzluk için Yedi Gün

Paul Auster - New York Üçlemesi (tek kitaptır)

Aldous Huxley - Cesur Yeni Dünya

alamancı almancası öğretiyor olabilir mi? orhan ih bin orhan diyince düzeltti ve bin iş orhan dedirtti falan. biraz daha izleyeyim, çözeceğime inanıyorum!

deağyı da derrr olarak dedirtiyor. hadi hayırlısı.

Murat grammatikte ve konuşmada problemim var dedi.O nasıl problemse ak şakır şakır konuştu.Neyse Orhan'la taşak geçildi gibi.son kısımlarda da sen orospusun gibi bişi dedirtti :D tabi Almanca bilen biri yazarsa, anlarız olayı tam olarak.

hepsi çok iyi almanca konuşuyor, aksan ve gramer olarak. hoca konuşmalarını ve dilbilgilerini zikiyor. olay almanya'daki türklerin almancalarıyla dalga geçmek.

anladığım kadarıyla bu kursa gidenlerin hepsi, okullarda öğretilen gramer bilgisine sahip insanlar. e almanyada yaşayan türkler de gramer bilgisi olmadan ve telaffuzları kötü bir almancayla konuştukları için kursa gitmek ve orada yaşayan diğer türkler gibi konuşmak istemiş olabilirler diye düşünüyorum. ya daaa sadece orada yaşayan türklerin almancasıyla dalga geçmişler, eğlenmişler felam. evet, evet bence de ikincisi daha makbul.

hoca düzgün konuşmalarına rağmen almancı almancasına çeviriyor dediklerini. yanlış gramerle, argo kelimelerle konuşturuyor. herhalde "nasıl hepsi okulda öğrenmiş gibi almancayı bu kadar garip bir şekilde konuşuyorlar?" gibi bir mesajı var.

aynı çizgiden daha güzel bir skeç için:

www.youtube.com

hahahahaha hayvan gibi güldüm. lisedeyken dalga geçtiğimiz her şeyi yapmışlar.

videodaki türk öğrenciler hochdeutsch konuşuyorlar (istanbul türkçesi gibin). hoca da bunlara bildikleriniz yanlış diyip tam bir alamancı almancası öğretiyor. öğretilen almancada biraz kreuzberg havası yakaladım. hatta hoca türklerin sıklıkla kullandığı argolardan bile eklemiş (du hure).

bir nevi hochdeutsch konuşan türkleri benliklerine döndürme çabası :)

bu arada hocanın da eurovisionda sunuculuk yapan hatun olduğu gözlerden kaçmadı.

kardes siz cok yanlis anlamissiniz.
maksat almanci almancasiyla degil, almanya'da yasayan türklerin almanca bilmedigi önyargisiyla dalga gecmek.

Barkopasa ve shi ala haklı, birebir katılıyorum.

almanca wikipedia'da araştırdım biraz, ausgleichskasse isviçre'deki sosyal sigorta sisteminin bir parçasıymış. bizdeki ssk gibi bir şey galiba. kamu kuruluşu mu bilemiyorum ama sigorta ödemesi yaptığına göre bir tur kamu kuruluşu olsa gerek.

hayır.

edit: şimdi fark ettim de başlıktaki soruyla içerikteki soru farklı.

hayır, bi tek sen yapmıyorsun.

can sıkıntısında ben de oynuyorum sakalımla bıyığımla vs le elim boş kaldımı illa bi yerlere gidiyo normaldir diye umut ediyorum

arada sakalla oynama var da, okşama var, ezme kırma falan yok.

ucunu batırmıyorum da değişik varyasyonlarla oynuyorum sıkılınca. anlatması zor olur diye uğraşmadım.

sakal zaten bir bu işe bir de hatun kişinin boynunu, yanağını kızartmaya yarar zaten.

benim o kadar uzun hiç sakalım olmadı, ama cücük var bende..
cücük de biraz uzun elimle ağzıma sokup dişlerimle kırarak kopartıyorum.
sonra uzuyor falan böyle geçiniyoruz.

Saçla sakalla oynarım ben de sık sık. Çeneden aşağı doğru inecek şekilde okşarcasına. Böyle yazınca çok tahrik edici gibi durdu da hiç de öyle seksi falan değil. Neyse kırılma kopma olmuyor bende de.

ben göğüs kıllarıma yapıyorum o dediğini. baya bi seyreldi kıllar :) artı osmanlının dediği cücük meselesi de var bende. diş arasına girecek kadar uzadığı zaman kesiyorum yoksa kılları koparmaktan kıl kökü yara oluyor amk. nası adamım lan ben!

evet ben de yapıyorum bunu çok sık. farkettim şu an bile yapıyorum hatta.

makarna, salatalar, melemen (menemen?). fritöz al işine yarar.
sözlükte ilgili bir başlık vardı hatırlayamadım.

bir fırın alın, hazır pizza türü şeyleri yapabilirsiniz. tavuk falan yapması kolaydır fırında üstelik.

(bkz: bekarlar için kolay ve leziz yemek tarifleri)
(bkz: kolay yemek tarifleri)

patates yemeği yapabilirsin.

soğanları doğra yağda kavur.biraz salça koy baharat tuz ekle.sonra küp küp kestiğin patatesleri at karıştır.

sonra su ekle üzerine göz kararı.yani suyun buharlaşacağını da hesap ederek biraz fazla koy.tabii bi de tadına bak o an.salçası fazla olmasın.Sonra pişirmeye bırak ara ara karıştır.dibine falan tutmasın.

Belli bi zamandan sonra bi patatesin tadına bakarsın pişmişse olmuştur.Ekmeği bandıra bandıra yersin.

mercimek çorbası. internette bir yığın yerde tarifi var. malzemeleri koyuyorsun, suyu koyuyorsun, kendi kendine kaynıyor. en ufak bir ustalık, el ayarı falan gerekmiyor. ucuz, lezzetli. daha ne olsun.

- hazır yufkalardan al, tam ortasına domates-biber-zeytin-peynir ne istersen koy,
sonra yanlardan katla kare haline getir, çok ama çok az yağladığın tavaya yerleştir, kızarıncaya kadar pişir, ters çevir üst yüzü de kızarsın sonra afiyetle ye.

- patates haşla, küp küp doğra, bir tabağa koy, sonra üzerine yoğurt dök, tavada bir kaşık yağ-bir kaşık salça- her türlü baharat ve salçanın erimesi için biraz suyu karıştır, o sosu da yoğurtlu patatesin üzerine dök, nefis.

- 1 su bardağı pirinci ılık suda beklet, nişata çözülür, hemen dök, sonra soğuk sudan geçir, tekrar süz. tencereye(geniş bir tava daha güzel olur) 1-2 kaşık yağ dök, sonra süzdüğün pirinci dök, bir süre karıştır, pirinç kavrulunca(2-3 dakika) 1.5 su bardağı sıcak suyu dök tencereyi kapat, suyu çekinceye kadar kısık ateşte pişir. suyu çekince şöyle bir güzel karıştır,biraz bekledikten sonra afiyetle yiyebilirsin.

ya zorlasan pirinç pilavı bile yapabilirsin.

pirinçleri yıka bi güzel.mesela tek kişi isen 1 su bardağı yeter.tencereye tereyağ/sıvı yağ koy yıkanmış pirinçleri dök kısık ateşte karıştır 3-4 dk. sonra kaynar suyu getir dök üstüne.mesela 1 su bardağı için 3 su bardağı su yeterli olur.varsa bulyon at içine ez onu biraz da tuz at.sonra kapa kapağını altını da kıs.

belli bi süreden sonra pirinçler şişecek su dibe inecek.Kaşıkla dibini kontrol et su bitmiş cızlamaya başlamışsa kapa altını.Tencere kapağına bi gazete kağıdı havlu peçete sıkıştır kapa.

dinlensin pilavın.15-20 dk sonra da yemek için hazır.


bak bi kaç defa dene ayarı tutturmaya başladıktan sonra seninde hoşuna gidecek.sonuçta çok fazla sevilen bi yemek.Köfteyle tavukla yersin salata da yaparsın yaına mis gibi.Canım çekti lan şimdi valla.


not:pirinç/su oranı pirinçten pirince değişiyor bazen bakarsın suyu çabuk bitmişse biraz eklersin pişerken bişey olmaz.

bide çok aşırı pişmesini bekleme o zaman lapa olur ama normal piştikten sonra dinlenme anında bile pilav kendini toparlar aklında olsun.

hocam tesisin varsa kendi yaptığım ucuz ve çok kolay yemekler:

- tavuk butlarını al, önce zeytinyağıyla arkasından kırmızı toz biberle ovala at fırına. yanıa da evde varsa yarım kestiğin soğanları ve bütün biberleri at.

- 3-4 liralık kuşbaşı et al, her birinin arasında 5 dakika geçecek şekilde sırasıyla et+soğan+biber+domates at, kapağı kapalı tencerede pişir. bu, ekmek banılacak kadar sulu olur. susuz olsun istersen, domatesi eksilterek tencere değil tavada yapabilirsin.

- ah komşum evde de yiyecek bişey yok akşam ne yapsam cinsinden: fiyonk-burgu makarnayı haşla, sarımsaklı yoğurt artı üzerine kırmızı biberli kızgın yağ, mis gibi gider.

- ben çok severim ama herkes sevmez: yeşil mercimek yemeği çok kolaydır, soğanı ince doğrayıp biraz kavur, ardından tencereye su, yağ, mercimek, karabiber-tozbiber ekle kapağını kapat. istersen küp doğranmış patates de ekleyebilirsin.

- konserve bezelye al, tavuk göğsünü küp küp doğra, yağ-salça, bezelye ve tavukları bi arada at kapağı kapalı tencerede pişir.

- yine fırın varsa, milföy hamurunun arasına evde ne varsa koysan gider, peynir, zeytin, sucuk, salam, hatta küçük doğranmış patates, bezelye gibi sebzeler, ikiye katle fırına at, üstüne az bişey yumurta sür.

bu yemeklerin hiç birinin tek kişiliğinin maliyeti 4-5 lirayı geçmez. bunlar da zor gelirse, paket çorba da iyi bi alternatiftir. çoğu paket çorbayı yumurta+bi kaşık yoğurtla terbiye edip daha doygun hale getirebilirsin.

bolca sebze al. bir tencere seni en azından 2 gün idare eder. dışarıdan abur cubur yeme. hazır pizzadır bilmem ne bunları boş ver.

en güzel yemek hazır yemektir haftada bir iki eline bi şişe meyve suyu al bi arkadaşına git yemeğe. insanlarla yemek yaptırmasına iddaya gir, tavla felan oyna (kazanabileceksen)veya sevgili edin.
ama hazır pizza 5liler dia'da çok ucuz. bulgur da haşlayıp ketçap mayonez fln dökünce yeniyor.

oncelikle sanslisin. yaz aylarinda sebze-meyve ucuz olur. planlarini en azindan haftalik yapabilirsen cok ucuza bu isi halledebilirsin.

1 - salata yapmak cok ama cok kolay ve bir o kadar da ucuzdur. domates, salatalik, marul vs dograyip uzerine biraz zeytinyagi, tuz, limon. cok yiyen bir insan degilsen seni doyuracaktir. her ne kadar lukse kacacaksa da ton baligi, misir gibi ekstralar da dusunebilirsin.

2 - makarna yapmak, salata yapmaktan da kolaydir. tahminimce de en ucuz yemektir. en kotu ihtimalle, sade makarnanin uzerine ketcap dokup yenebilir.

3 - bim ya da benzeri bir markete gidip ucuz donmus urunlere bakin. kofte, tavuk vs ucuza bulabilirsin. eger kiloluk ya da benzeri yuksek gramajli alirsan cok ekonomik olur.

hazır harçlardan al, mesela inegöl köfte harcı. az-orta yağlı yarım kilo kıyma al. yap köfteleri, at buzluğa. yiyeceğin zaman tavayı ısıt az yağ koy, at köfteleri. iki çevir. biraz altını kıs, üstüne bi kapak ört. anlarsın zaten piştiğinde. yanına da makarna, yoğurt, salata, veya cacık bişi. oh.

www.ogrencimutfagi.com

krep/akıtma denen şeyi mutlaka öneriyorum. süt+su+unla yapılıyordu yumurtada vardı galiba.bilen birileri mutlaka vardır.içine domates peynir koyuyorsun.çayda demle.malzeme konusunda istediğin ne varsa ona uyar.ve çokta ucuza gelir.

kahvaltıları müsli, mısır gevreğiyle halledebilirsin. süt döküp yiyorsun işte. gayet de doyurucu ve sağlıklı.
yoğurtlu kereviz salatası da güzeldir, bereketlidir, kolaydır.
bazı öğünleri de üç-beş liralık karışık kuruyemişle geçirebilirsin.

normal bahncard alma, bir yıllık oluyor onun süresi, senin için gereksiz masraf olur.

wm kartı 4 aylığına geçerli yanlış bilmiyorsam, fiyatı da 25 euroydu. bütün bahn kartlarında kartın süresi dolmadan en geç 6 hafta önce uzatmayacağını bildirmen lazım, yoksa direk 1 yıllık abonmanı dayarlar, ödemek zorunda kalırsın. dolayısıyla almanyaya geldiğinde direk bir bahn bürosuna gidip kartı uzatmak istemiyorum de.

kartı internetten alabiliyor olman lazım, geçici kartı da evden print edip onla takılabilirsin. sonra zaten asıl kartı posta adresine yolluyorlar.

bahn'ın çoğu treninde sparpreis denen bir hadise olur, erkenden aldın mı çok ucuza kapatabilirsin, ki sparpreis'ın üstüne 25% indirimi de çaktın mı çok daha ucuza gelebiliyor. dolayısıyla almak istediğin biletleri siteden incele, yanlarında sparpreis yazıyorsa gecikmeden almanı tavsiye ederim.

merhaba,
bahncard 25 ile alacağın tüm bahn tren biletlerine %25 indirim yapılıyor, biletleri önceden almana da gerek yok, bu indirim her zaman geçerli. tren biletlerini otomatlardan ya da gişeden alırken bc 25'in olduğunu belirtiyorsun. bu weltmeister bc 25 kampanyası hala var, kart aldıktan sonraki 4 ay süre için geçerli. kartın bitiminden 6 hafta önce iptal ettirmen gerekiyor, yoksa otomatik olarak senelik uzatılıyor, iptal ettirmeyi mutlaka yapman gerekecek yani. eğer en fazla 3 defa trene binerim diyorsan gideceğin mesafeye göre uğraşmana değip değmeyeceğinin hesabını yaparsın. önceden almana da gerek yok kartı, tren istasyonlarına gidip 10-15 dakikada çıkarabiliyorsun, sana öncelikle bahncard yerine geçen geçici bir kağıt verecekler, kartı da daha sonra evine postalayacaklar.
iyi eğlenceler.

@resistance is futile: sparpreis'ın üzerine bc indirimi yapılmıyor diye biliyorum ben, emin misin ondan?

@xanathar

bahncard25 oluyor, bahncard50 olmuyor. eminim.

1 ay ne kadar gezebılırsınız onu dusun ıstersen o kartlar uzun donem ıcın senın ıcın bı ıse yaramaz oyle 5 6 bınıste cıkaramazsın parasını dıye dusunuyorum hangı sehıre gıdıyorsun?

3-4 kere kullanacaksan o kartlardan alman çok mantıklı olmayabilir. Eğer dil kursuna da gideceksen muhtemelen haftasonu gezebileceksin.Eğer ööyleyse almanya genelinde schönses Wochenende diye bir olay var.Bu kart haftasonu ve bir gün geçerli.Tüm almanya çapında aynı gün içinde istediğin kadar trene binebilirsin (tabiki hızlı trenler hariç). Çok uzak bir yere gitmeyeceksen gayet ucuza geliyor. Fiyatı 30 küsür euro idi en son. Bu arada en önemli kısmı atlamışım bu kartı 5 kişiye kadar kullanabiliyorsunuz. Yani diyelim 5 arkadaş bir yere gideceksiniz. Alıyorsunuz bu kartı kişi başı 30 / 5 euro gibi bir fiyat düşüyor yani sudan ucuz.Ama dediğim gibi sadece hafta sonu ve 1 gün geçerli.

Başka bu tarz kartlar da var biraz araştırırsan bulursun. mesela aklıma gelen Lander ticket var. 1 günlük ve tek eyalette geçerli bildiğim kadarıyla

www.bahn.de

www.bahn.de

Qmirac freiburg'a gidiyorum bu arada

(bkz: sen ne diyon yarram)

saçma sapan siyasetçi beyanatlarına "havada durdum şahitlerim var" bakınızı vermeyi çok seviyorum.

(bkz: çünkü eşşeğin zikinden dolayı)

(bkz: bi siktir git çay koy)
(bkz: ahahahhahahah ben buna gülüyorum ya)
(bkz: ne diyem mahmut mu diyem)
(bkz: hanım koş sözlükte kavga var)
(bkz: tutmayın küçük enişteyi)
(bkz: aa bu benim lan)
(bkz: hele otur bi soluklan yigenim)
(bkz: sürekli büyüyor efendim durduramıyoruz)
(bkz: sen kaç beni tanıdılar)

(bkz: dikkat ettiysen daha haber gelirken kalktı)

(bkz: onu bunu bırak da mala vuruyon mu mala)
(bkz: kaçın lan kaçın sahibi geldi)
(bkz: yeter artık vurmayın adam öldü)
(bkz: ağlama melis)
(bkz: adım samuel 25 yaşım)

(bkz: diego dur allahını seversen zaten ortalık karışık)

(bkz: salak yemin ediyorum gerizekalı bu çocuk)

ulan bu tür müziği hiç dinlemem ama yıllar öncesinden kalan bir adet klip var aklımda, addicted to bass mi acaba?

tatu'nun kamyon çaldığı bi video vardı ama??? they not gonna get us... ama kosheen'le aynı anda olmadığını hatırlıyor gibiyim :(

ilk aklıma gelen videolar:
aerosmith_crazy(o dönem çok dönerdi videosu)
the cardigans_my favourite game

puretone - addicted to bass

www.youtube.com

(bkz: koyun)

hasema: special swimsuit falan diyerek anlatilir bence.
nefis: self control term in islam diyebilirsin. ya da the urge of man to commit a sin, which he has to overcome with?

nefsi id'e benzeterek anlatabilirsin bence. işte ne bileyim yolda çok güzel kız görüyorsun id sana neler diyor ama süper ego sayesinde kendini dizginliyorsun falan.

yüzmek için de kadınlar kendi aralarında yüzdükleri zaman sıkıntı yok diyebilirsin. veya haşemaları yeni yasaklanan, vücudun her yerini saran profesyonel mayolara benzetebilirsin.

edit: ayrıca mihrap değil, mihrak olacak :)

Kadinlar kadinlara ve erkeklere ayni sinirlarda haramlar ayni erkeklerin de erkeklere diz kapak-gobek deligi sinirina sahip oldugunu biliyorum, editleyin yanlissa

Model öneremiyorum ama genel tavsiyelerim var. Ne 3D ne de LED tavsiye etmiyor araştıran insanlar. 3D gözlük nedeniyle kullanışsız, onu geçtim 3D yayın yok henüz. PS3 sahipleri bile kullanmıyor doğru düzgün. LED içinse LCD ile arasındaki fiyat farkına değecek bir avantajı yok deniyor. İstanbul Bilişim ise müşteri hizmetleri sorunları ile meşhur. Belki oradan almayacaksınama yine de uyarayım.

Full HD, kullanacağınız yerle orantılı olarak olabildiğince büyük bir Sony, Samsung veya Toshiba alın bence.

mayıs chip

@aidiyetsiz

biliyorum canım istanbul bilişimden hiç bir şey almam. samsung'un türkiye sitesinde yoktu model, o yüzden oranın linkini koydum

@desdinova

şifreli yazmış gibisin ama, mayıs ayının chip dergisinde bunlar anlatılıyor hep gibi bir anlam çıkardım, doğru mudur?

istanbul bilişimden köşe bucak kaçarken bir yakınımız aldı diye güvendik biz de aldık. televizyon gayet sağlam, ölü piksel yok, tek sorun 2 yıl garantinin ist bilişim tarafından veriliyor oluşu. ama araştırdığımız kadarıyla -biz samsung almıştık- samsungun kendi servisi de az beter değilmiş. bir de ist bilişim "hemen stoktan al" demediği hiçbir ürünü deposunda barındırmadığı için teslimat çok geç oluyor. bizimki stoktaydı ve ertesi gün geldi. bikaç ay oldu bi sıkıntısı yok. bunun dışında tavsiyem:

samsung lcd C650 serisi.

ne zaman "ulan nefesim mi kokuyor acaba?" dediğin zaman bileğinin içini hafifçe yala (ciddiyim). 15-20 saniye sonra falan yaladığın yeri kokla. kokuyorsa sorun var.

çare olarak da bilimsel bir şey diyemem de günlük hayatına nane şekerini entegre edebilirsin. fisherman's friend falan, kuvvetli şeyler yani. sorun varsa bile kökten çözer.

@resistance is futile: nasıl kokması gerekiyor bu işlem sonunda? ya da nasıl kokmaması gerekiyor?

@ya ben lan neyse kötü kokması gerekiyor.

ağız spreyi kullanılabilir kendini rahatlatırsın en azından.

@latios: abi klasik tükürük kokusu olur ya. öyle bir şey oluyor işte. hani öpüşürken burna gelen koku gibi.

bu arada ne iğrenç oldum lan. tükürük, ağız kokusu falan.

happydent sakızı (açık mavi olan) ikiye böl yarısını at ağzına, 4-5 saat boyunca gezdir ağzında. ciddi anlarda dişinle yanağının arasına koyarsın, hem yarım sakız olduğu için büyükte olmaz. ben bir kutu alıyorum içinde 200 adet oluyor, 4-5 ay idare ediyor beni.

hem için rahat olur hemde ağzından hoş kokular yayılır etrafa, ama tek dezavantajı sürekli 'sakız varmı hacı' sorusuna maruz kalman olacaktır.

diş taşı sorunun varsa ağız kokusu da vardır mutlaka. onun için diş fırçalamak yetmez, diş ipi veya arayüz fırçası da kullan mutlaka.

onun dışında ben de seninle aynıyım, insanlarla konuşurken çekiniyorum uzaklaşıyorum. bunun için yanımda sürekli sakız bulunduruyorum. en azından konuşurken geçici olarak bunu önlüyor.

aynı sorun bendede vardı bi ara ama benimki daha beterdi, konuşurken ağzımı kapatıyodum sanki yemek yer gibi millet beni duymak için kulağını elime dayıyodu nerdeyse zaten ses soluk az çıkıyo abi bide elle kapatınca iyice dert tasa ama ciddi anlamda düzenli diş fırçalamaya başlayınca niyeyse bi özgüven geldi eskisi kadar düşmüyorum üstüne. bir de sabahları direk hissediliyor zaten açlık fln derken resmen kendimden tiksiniyorum.

bende agiz kokusu sorunu yok ama yediklerinden/az su icmekten filan insanin her zaman potansiyel olarak olma ihtimalinden dolayi agzimda her daim sakiz olur ve ayni zamanda bu rahatlaticida birsey,cignemem genelde sadece durur orda.en guzeli,rahati budur bence.

%100 çürük diş vardır, gözükmeyen yerdedir vs, günlük fırçalarsan koku kalmaz

bileğini yalama testini uygulayacaksak herkesin ağızı çöplük gibi çıkar, tükürük kuruyunca kokan bişeydir..

dişlerinizi fırçalarken dilinizi de fırçalayın veya dil temizleyicisi kullanın. dişlerin çürük olmadığı durumlarda ortaya çıkan ağız kokusunun çoğu dilden kaynaklı.

gün içinde ara sıra su için, sakız çiğneyin, maksat tükürük üretimi tetiklensin, ağsınız kurumasın.

what-achieved-about

Bizim sahip olduğumuz türden ayrıcalıkların ( burada daha çok rahatlık, konfor anlamına geliyor) uzun süre boyunca keyfini çıkaranlar, zamanla, bu ayrıcalıkların kazanılması için insanların öldüğünü unuturlar.

meğer sadece enjoy'dan sonra virgül olsa anlayacakmışım :/

teşekkürler.

wearing the inside out

aradığın şarkı king crimson - starless.

biraz uzun şarkıdır yalnız, sabırla sonuna kadar dinle.

tayfun - hadi yine iyisin.

piirpauke - cokertme herkes dinlemeli,harikulade olmus :) bulamazsaniz ben yollarim,mesaj atin

old and wiseda giriyor sonlara doğru saksafon solosu ama cd kaydında değil konserlerde var galiba sadece. youtubedan bulabilirsiniz.

O saksafon solo albüm kaydında da var.

Ayrıca şunda da birşeyler var:
Top 10 1980s Pop/Rock Sax Solos
www.youtube.com

e geçmiş gitmiş olay ne yapacaksın? her yerde adamı arayıp bulup dövecek değilsin herhalde? vay anasını cidden çok güzel bir kız arkadaşım var diye düşünüp gururlanabilirsin sadece gibi geliyor bana.

abi iz peşine düşüp adamı kuytuda dövecek misin ne yapacaksın? olan olmuş, sinir bozucu evet ama unutmaya çalış.

adamın özgüven iyiymiş bu bir. ama eğer kız arkadaşın isteseydi yanına gelmeden uzakta işi bağlar, yanına geldiğinde de lise arkadaşımdı, yıllardır görüşmüyorduk diye rahatça bahane de bulabilirdi. rahat ol yani.

kız anlatmış işte, saklı gizlisi olsa sanane der keser atardı. salla.

kızın bi suçu yok gibi baba, adam kıza gitmiş ve sonrasında da sana anlatmış işte zaten kız.

napabileceğini düşünüyorsun ki? geçmiş gitmiş olay. tanımadığı kişiyle de durup konuşup arkadaşını göstermesini yani bir bahane sunmasını da anlamsız. sizin yapacak bir şeyiniz yok. kız arkadaşınız tavrını belirlemeli bence. tanımadığın adam yolda durdurdu, durma devam et. hadi durdun merak edip, adam şuraya gel vs dediğinde başından sav devam et yoluna. mantıksız hareketler işte.

rahat ol kiz saglam. oglani miktiret. topun biri o demek ki.

çalgı çengi.
valla biz evce çok güldük.

knocked up
little miss sunshine (bu biraz dram-komedi tarzında)

absürd komedi : airplane
kara komedi: clerks
bildiğin komedi: get him to the greek

hangover

yarmaz ama eğlenerek izleyebileceğin four lions

hangover +1

four lions
sleeper
love and death

(bkz: due date)

the big lebowski

hiçbişi olmaz.

sürekli hatalı ispiyon yapılmadığı sürece tek tük hatalı ispiyonlardan bir şey olmaz.

komplike makine ise (fotokopi-tarayıcı-fax) fotokopi çeker gibi koy kağıdı. fax numarasını gir. enter de. başka sayfa varsa 2ye basın der. tek sayfa ise 1e basın. 1e bas dıt dıt dıtt edecek yollayacak.

aynı şehirdeki bir yer ise başına alan kodu koymadan göndereceksiniz. değilse alan kodu yazacaksınız. ama diğer şeyler her faks makinesi için geçerli midir bilmiyorum. bizim ofisteki makineye kağıdı ters koyuyoruz. yani yazılı olan yüzü yere bakıyor. sonra numarayı çevirin. ee bi yerlerde "ok" falan yazıyordur mutlaka bi de ona basın.

buu faksın gönderileceği yeri önceden arayıp sinyal alma(?) gibi bir durum varmış galiba, yoksa sallıyor muyum? sallamıyorsam o nasıl oluyor?

faks çekeceğin numara hem faks numarası hem de telefon numarası olarak kullanılıyorsa önce normal telefon gibi çalar, daha sonra biri çıkıp alo alo filan der. ama böyle kullanılan numaralarda genelde karşıdan cevap gelmediği zaman faksa geçirirler. istersen önceden ara kontrol et birisi açıyor mu yoksa direkt faks sinyali mi veriyor. sinyal veriyorsa o faks numarasıdır, arayıp sinyal almana gerek yok.

önemli bir ayrıntı. kağıdı ters koymayın, kağıdın arka tarafındaki gereksiz yazılar ya da boş ise orası gitmesin.

nba'de de, nfl'de de, nhl'de de yok hocam. "kings" olmaz mı?

central florida'nın takımları knights oluyor, ucf knights şeklinde. o mu acaba?

basketbol takımı olması lazım. oz adlı dizide bir basketbol oyuncusu ile bir gardiyanın konuşmasında geçiyor. belki dizi için uydurulmuş bir takımdır ama adı hiç yabancı gelmedi. merak edenler izleyebilir. oz 6. sezon 8. bölüm 23. dakika.

nba'de hiç "knights" diye bir takım olmadı. oz'da uydurulan bir takım. merak edip araştırdım, şöyle bir şeyler buldum. biraz alakasız noktadan ama...

"What state is Oz located in?"

"...the Knights, are in the National Basketball Association (The Knights are mentioned to have played Chicago and Jackson Vahue is referred to as "Mr. NBA" at one point) but there is no NBA team by that name..."

www.imdb.com

knights'ın chicago takımı olduğunu ve oz'un chicago'da olduğunu söylemişler. tabii gerçekte öyle bir takım olmadı.

aspendos antik tiyatrosu ve antik roma'da/yunanistan'da yapılmış hemen hemen her amfitiyatro.

öyle değil. örnek vermek gerekirse sydney opera house gibi.

berliner philharmoniker'in salonu. salonun yapısı oldukça asimetrik ve buna rağmen hem akustiği çok güzel hem de sahne her yerden çok güzel bir şekilde gözüküyor. yerinde dinlemesi oldukça keyifliydi.

ayrıca önemli filarmoni orkestralarının salonlarını araştırırsanız (viyana, concertgebouw gibi) bunların akustikleri de iyi olsa gerek.

teşekkürler. tam aradığım nitelikte. bilen varsa söylerle şukela olur.
aklınıza geleni de yazsanız olur.

viyana - musikvereinsaal
amsterdam - concertgebouw
boston - symphony hall
leipzig - neues gewendhaus

bu salonlar, yapılan yeni salonların akustik parametrelerin iyi veya kötü olarak belirlenmesinde "temel alınan" salonların en başında geliyor.

teatro scala milano da sayılabilir.

stagg, squier, epiphone

en aşağı bunlar olur.

www.mydukkan.com

dan bakabilirsiniz.

cort'tan şaşma.

her markanın düşük, hesaplı modelleri var, dolayısıyla bir marka önermek oldukça zor. squier'lara bakabilirsiniz mesela ama gitarı çaldığınız zaman hiç hoşunuza gitmeyebilir de. dolayısıyla siz iyisi mi bilen biriyle gidin almaya.

bunun dışında, bir bas gitarda benim ilk önce baktığım şey manyetiklerin konumu, şeklidir. çünkü baş parmağı manyetiğe yaslayabilmek benim için oldukça önemli. bunun dışında, perde sayısı, klavyenin kalınlığı ve genel olarak gitarın elinize nasıl oturduğu gibi unsurlara dikkat etmelisiniz.

ibanezin 600 tl civarlarına aktif manyetikli bassları vardı, onları önerebilirim sana. denedim çok güzel fiyat performans açısından.

cort al derim. manyetiğe de parmağını yaslama, ileride telleri susturamazsın.

Kötü bir amfi alacağınıza bir kulaklık amfisi alın, hem başlarda çalışmak için yeterli olur hem de kötü amfiden alacağınız ses moralinizi bozmaz. Artan parayla da daha iyi bir bas alırsınız. Cort iyi diyorlar ama bas biraz acayip bir aletmiş, benim de çok derin bilgim yok ama ucuz bir bastan alacağınız ses tam istediğiniz ses olabilirken çok pahalı bir bas istediğiniz sesi vermeyebilirmiş. bilen biriyle almak çok çok iyi olur bu bakımdan.

cort, sx

kahve limon iyi gelir derler. ama yine de bu kadar uzun sürmesi çok normal değil gibi. siz yine de bir doktora görünün bence.

tetra diye bir ilaç var. o kesiyor ishali. ama bu kadar uzun süre devam etmesi hayra alamet değil. doktora görün.

Daha uzununu ben de yaşadım artık normal geliyordu abartmıyorum. Umursamaz doktorumun verdiği ilaçlar da fayda etmedi ancak sonra -söylenti olmasına rağmen- kola+aspirin ikilisini denedim 30dk içinde etki gösterdi yaklaşık da 1.5 gün etkisi oldu. Tam çözümü ise günde 4-5 bardak nescafe içerek yakaladım. Hatta daha sonra tam zıttı olan hastalığa yakalandım aşırı kahve tüketiminden dolayı :)

ev arkadaşım kullanıyor. çok ağır olmasa da günde 8-9 tane içen bir tiryakiydi.

girmeden önce elektronik sigara işini çok araştırmış, dediğine göre içinde sadece nikotin oluyormuş zararlı madde olarak. katran matran yok diyor yani. bunun bir sıvısı var, sigara kartuşunun içine dolduruyorsun. miktarına göre sigara hafif veya ağır oluyor. dışarıdan kokusu nargile gibi geliyor, arkadaşın dediğine göre tadı da nargileyi andırıyormuş.

bende babama almıstım,doktor bırakmasını solemisti,bide ucuz fiyat aldım www.bitkisel-market.net buradan 48 liraya aldım..3 aydır babam sadece bunu kullanıyor..bi zararı yok galiba

sigara bagimliliginin sebebi nikotin maddesi oldugu icin, daha az zararli olsa dahi birakmakta ise yaramaz diye dusunuyorum.

batak denilen oyunun sadece türkiye'de bile 10'larca türevi var. düz, ihale, eşli, açmalı, ikili...

yurt dışında da çok versiyonu olmakla birlikte en çok bilinen versiyonlar herhalde spades ve bildiğimiz briç.

briç, ihale kısmı (bidding) dışında, yani tamamen kağıtların oynanma şekli, el alma kuralları dahil batakla birebir aynı. briçte yer diye bir konsept var tabii ama el alma kurallarını değiştirmiyor bu.

bir tek, bazı batak versiyonlarında atılan kağıdın üzerine çıkma zorunluluğu olduğunu gördüm, briçte böyle bir şey yok.

WNBA yazın oynanıyor, kışın bayan basketçiler boşta. Haliyle kışın avrupada en çok parayı verene gidiyorlar.

sadece türkiye değil, avrupa'nın çoğu ülkesine gidiyorlar. ve alihoca'nın yazdığı gibi liglerin farklı zamanlarda oynanması avantaj oluyor

bir de avrupa'da wnba'deki kazandıklarının yaklaşık 10 katını kazanıyorlar.

wnba amerikada neredeyse hiç rağbet görmeyen bir lig. tamamen nba'in olmadığı 4 aylık süreçte seyircileri oyalamak için kurulmuş. avrupa'da kadın basketbolu çok daha önemli amerikaya kıyasla. daha iyi para var. lig organizasyonları, kupalar, turnuvalar daha çeşitli.

amerika'da wnba şöyle algılanıyor daha çok:

www.youtube.com

yine de pek çok kişi şu argümanla gelecektir. filtre eğer yapılacaksa zaten bunun programları var, internet cafelerde mecburi olmak üzere evde kullanım için tonla program mevcut. insanların karşı çıktığı devlet kaynaklı filtre ve sansür. alan adı yasakları hele başlı başına komediydi zaten. ama işte dediğin maddeler herkesin kabul edebilceği bişey zaten.

hayir

1- bence filtresiz paket için 'müstehcenlik' kıstası bile olmasın yasaklamak için. pkk'nın, bomba yapımının gösterildiği videoların, illegal maddeler kullanmış insanların, abd gizli servisinin sitelerine bile erişim olmalı.

2- ucuza satması önemli değil. bu başlangıç. şimdi düz yol filtresiz olacak. yani istekle filtreli olacaksın. sonra "ne var bunda" diyerek düz yol (default seçim) aile filtreli olacak. kimse karşı çıkmayacak tabi. böyle bişeye kim karı çıkabilir? sonra alışıldıktan sonra ver elini aile filtresinin genişlemesi.. işte "efendim biz herkesi düşünüyoruz"lar, "aslında güvenli interneti sağlamak istiyoruz"lar havada uçuşacak.

yani bu başlangıç. baş-lan-gıç :)

"yetişkin filtresinde müstehcenlik nedeniyle yasaklanmış tek bir site istemiyorum"

bu gerçek olduktan sonra devletin herhangi bir şekilde filtreleme yapmasına gerek kalmaz ki? böyle bir seçenek mevcutken, hele 2. madde de varsa, ben kreş de işletsem başka pakete geçmem. gereken filtreyi de gerek gördüğüm şekilde yine kendim uygularım.

devlet kalkıp da bana "senin hanende çocuk yaşıyor, bu filtreyi kullanacaksın" diyecek değil. derse de o iyiden iyiye dayatmaya girer zaten. verelim çocuğu esirgeme kurumuna, devlet baksın büyütsün o zaman.

hayır, iyi değil. kesinlikle desteklemiyorum. prensip olarak özgürlüklerimi kısıtlayacak, başkalarına benim adıma karar verme yetkisini sağlayacak her şeye karşıyım.

tek kriter olarak müstehcenlikte duracaklarını düşünüyorsanız da... çok iyi niyetlisiniz.

@dwyn; bir çok ailenin 18 yaş altı çocukları, genelde ailelerinden daha iyi bilgisayar kullanıyorlar. o yüzden bireysel filtrelemenin işe yarayacağını düşünmüyorum. ben zaten aşırı liberal bir insan olarak zaten komple karşıyım filtre olayınca, ancak 18 yaş altı bireylerin bu içerikten yoksun bırakılması genel kabul gören bir düşünceyse eğer, pratikte önerin bunu tam olarak sağlayamıyor.

@roadrunner merlin, peki.

@hikaye mesture, 1) saydıklarına karşı değilim, ancak saydıklarının arasında olmayan ve karşı olduğum siteler mevcut. aklıma ilk gelense alenen bölücülük propagandası yapan TC karşıtı siteler. müstehcenlikle sınırlı kalmamalı tabi, "genel ahlaka aykırı" (ne demekse artık), örneğin ateizm savunan siteler de mutlaka erişime açılmalıdır. 2) bence ucuza satması çok önemli ve alenen özendiriciliğe giriyor. "başlangıç" olabileceğinde hemfikirim; ancak paketlerin farklı fiyatlarda, özellikle filtreli paketlerin daha ucuz fiyatlarda olmasını çok farklı yerlere yorarım.

@jangara, benim orijinal duyuruda yazdıklarımda dayatma bir filtreleme söz konusu değil. herkesin bu filtreyi pratikte kurup uygulayamayacağını kabul etmemiz lazım.

desdinova, yanlışsın. zira burası türkiye. 21 yaşında olduğunu düşün, öküz kadar olmuşsun, ailenle yaşıyorsun, evde bir de kardeşin var, baban gidiyor filtre koyuyor çünkü türk telekomdan arayıp "internetiniz tehlikeye açık hackerlar girer çocuk pornosu koyar uğraşırsınız çcuklarınızın ruh sağlığı bozulur" propagandası çekiyorlar. baban da innanıyor doğal olarak. sonra gidip babana diyorsun ki baba açalım şunu. baban da diyor ki ulan bu çocuk pornocu mu terörist mi.

"aa çok saçma" demeyin, burası türkiye, çok büyük oranda böyle aileler var, aile cahil, çocuk öğrenmek istiyor, devlet eliyle önünü kesiyorlar yani.

ayrıca bu değerler kime göre neye göre hesaplandı? bazı insanlara göre bir kadının ağzının görünmesi bile yanlışken (peçe) büyük bir kısma göre vucudun çok ufak bir kısmını kaplayan bir bikini problem olmuyor, hatta bazıları üstsüz güneşlenenlere de sesini çıkarmıyor? kimin ahlak anlayışına göre olacak bu? genelin? genel kim?

iki gün sonra sözkonusu olayın aleyhimize dönmeyeceğini, "aleyhte" yayın yapan sitelerin uçmayacağını ne bilelim.

tc kimlik numarası ile internete girişin internet anonimitesini bitirmesi korkunç bir şey değil mi internet için? yazdığın, girdiğin, yaptığın her şey tutulacak? şu anda da tutuluyor ama kimliğine değil, hat sahibine ve hat sahibi her zaman "o ben değilim" deme yetkisine sahip.

vesaire.

arkadaşlar herşeyden önce asıl skandal olan noktayı kaçırıyor, tartışmıyoruz. örneğin en akla yakın savunmaları standart pakette şimdi kullandığımız özgür internet(?) ile arasında bir fark olmadığı yalanı. halbuki standart pakette kalmış olsak bile eskisine göre değişen bir durum var. birileri (devlet) bizim hangi sitelere girdiğimizi görebilecek. buna kimin hakkı var. düşünün böyle bir durumda yarın devletin bir ihalesine girecek olsanız, ya da en basitinden muhtar adayı olsanız adamlar çıkıp sizin falanca tarihte bilmem ne adult sitesine girdiğinizi açıklayacak. buna kimin hakkı var!

edit: roketadam'ın da aynı şeylerden bahsettiğini okumamışım.

the exorcist

musallat

poughkeepsie tapes, insidious. ikisini de yakın zamanda izledim, ikisi de iyi.

orphan
frozen
cold prey
the last house on the left
haute tension
the descent

[REC]

izlemediysen blair witch project fena deildir
yenilerden insidious ta etkileyiciydi..

Neredeyse hepsini kullandım. Biotherm ve Lancaster'ın 50 faktörlü olanlarını tavsiye ederim. Babe ve Avene'den memnun kalmamıştım, beyaz beyaz iz bırakıyorlardı ve hızlı emilim dedikleri şeyden eser yoktu. Orta dereceli dersen Clinuque de iyidir. Faktör meselesi sürekli krem sürme olayından kurtulman için dikkat etmen gereken bir unsur. 30 faktörden aşağısını alma derim. İçerik olarak doğal istersen Biotherm uygundur. Ama en etkili için bir şey diyemem. İçerikler genelde aynı olur, kaliteyi emilim gibi unsurlarla anlayabilirsin. Zaten alerji olmasan da kullanmalısın. Güneş'in zararları malum.

daylong +50 öncesinde oluşmuş lekeleri bile yok ediyor o kadar iyi

zaten en az 50 faktör kullanam gerekiyor. nivea çok kötü. sebamed kullandım ama pek emilmedi sanki. coppertone da yüz için çok yoğundu. yani şöyle hafif olur ama ne bileyim iz bırakmaz, sudan terden vs etkilenmez, makyaj yapabilmeliyim gibi şeyler (malum yaz geliyor) arıyorum ama bu çok iyi ama katlanman gereken bu özellikleri var derseniz ona bile razıyım. çünkü gerçekten güneş alerjim var bütün gün deli gibi kaşınıyor ve kızarıyor sonra orada kabarcıklar oluyor. bu benim için büyük bir problem. başka kimse güneş kremi kullanmıyor mu?? :)

ben avene50 kullanıyorum, epey memnunum. biraz beyazlı yapıyor ancak 5-6 dakikada geçiyor bu, üzerie makyaj da yapıp çıkıyorum.

güneş alerjisi yok bende ama kızıl saçtan dolayı güneş konusunda epey hassasım. daylong actinica kullanıyorum, hakikaten hayatımda kullandığım en sağlam güneş kremi galiba. doktor önermişti zaten.

ama güneş alerjisi gibi bir sıkıntınız varsa, tamam buradan önerileri de alın ama doktora gidip onun önerdiği kremden şaşmayın.

Benim de güneşe alerjim var, bahar aylarında deli gibi kızarıp kaşınıyorum, doktora gittim, Solante diye bir güneş kremi verdi, 50+, eczanelerde satılıyor, çok memnunum. Üzerine gayet rahat makyaj yapıyorum, denize girmedikçe tüm gün idare ediyor, tüm vücuda sürülüyor.

m ile başlayan bi marka var muptela gibi bi adı var. o iyi diolaaa. sadece seçkin eczanelerde!! :P

evet o mustela. bebek resmi var bi tane cıbıl, çok cici. onun yüz kremine iyi diyorlar. bilemiyorum ki. sanırım buradaki isimlerin hepsini iyi bir dermatoloğa göstermek olacak. hangisini beğenerse artık.

la roche posay kullandım ben, ve yaz sonunda bembeyazdım. Bir de garnierve vichyden de memnun kalmıştım.